Açlığın iki yüzü: Midemiz tok, ruhumuz aç mı?
Bir yudum daha kahve? Olur.
Bir dilim daha kek? Ona da varım.
O an, miden değil ruhun bir şeyler istiyor. Pandemi, depremler, savaş haberleri, ekonomik sıkıntılar, yalnızlık… Tüm bunlar sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da yordu. Araştırmalar da söylüyor; stres arttığında elimiz daha çok tatlıya, yoğun enerji veren yiyeceklere gidiyor. Ama işin özü şu: Gerçek tokluk, midenin dolmasıyla değil, ruhun huzur bulmasıyla başlar.
Hayatın hızı baş döndürüyor. Bir gün başka, ertesi gün bambaşka bir gündem. Bilinçaltımız sürekli uyarı, haber, bildirim bombardımanı altında. Böyle olunca insanın iç dengesi bozuluyor, doyumsuzluk sessizce sızıyor. Ne kadar ilgi görsek, başarı elde etsek, sevgiyi tatsak da eğer içimizde hâlâ bir boşluk varsa, demek ki bu açlık başka bir açlık.
İbn Sînâ kalbi yalnızca bir organ değil, ruh ve beden arasındaki dengeyi kuran merkez olarak görür. Denge sarsıldığında önce kalpte huzursuzluk belirir, ardından düşünceler bulanır, davranışlar dengesizleşir ve en sonunda beden etkilenir. Yani çözüm, sadece bedeni değil, önce kalbi beslemekten geçer.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de Marifetnâme’de huzurun, varlıkla dengeli bir ilişki kurmakla geldiğini anlatır. Dört unsur dengede olduğunda insan hem fiziksel hem manevi olarak beslenir. Eskiden........
© Haberton
