Diktatörlük
Diktatörlük, insanlık tarihinin paslanmaz zinciri. Tek bir adamın ya da bir avuç elitin, toplumu demir yumrukla ezip geçtiği karanlık bir oyun. Özgürlüğün boğazını sıkan, iradeyi çalan, umudu yok eden bir zehir. Bu iğrenç düzen, asırlardır farklı maskelerle sahneye çıkıyor ama özü hep aynı: Güç sarhoşluğu, korku ve yalan. Gel, bu oyunu Roma’dan bugüne, tarih boyunca iz bırakmış diktatörlerin gölgesinde çözelim ve bir yere bağlayalım.
MÖ 44’te Roma’da Jül Sezar, Cumhuriyet’in son nefesini kesen adamlardan biriydi. Halkın sevgilisi, büyük bir general, ama aynı zamanda güç delisi. Senato’yu hiçe saydı, kendini “ebedi diktatör” ilan etti. Roma’nın sokaklarında alkışlanırken, arkasından hançerler bileniyordu. Sezar, diktatörlüğün ilk dersiydi: Güç, sadakati satın alır ama ihanetle biter. Onun kanı, Roma’yı imparatorluk bataklığına sürükledi. Diktatörlük, bir kere kapıyı araladı mı, kapanmaz.
Zaman atladı, yüzyıllar geçti, ama oyun değişmedi. 18. yüzyılın sonlarında Napolyon Bonaparte, Fransa’da devrimin kaosundan doğdu. Özgürlük naralarıyla yola çıkan bir general, taç giyip imparator oldu. Halkı için savaşırken, halkın iradesini ezdi. Avrupa’yı kasıp kavuran fetihleriyle bir kahraman gibi görünse de, milyonlarca insanın kanı onun hırsının bedeliydi.........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d