menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Devlet aklı kimin aklı?

15 1
29.06.2025

"Yaptıkları işlerin meşruiyetini sorgulatmak istemeyen her yönetici ve her yönetim 'toplumsal birlik/ümmetin birliği' ilkesine sarılmıştır. Ve bu birlik iddiası her zaman İslam toplumunun beka sorunu ile özdeşleştirilmiştir."(Koray Demir, Devlet Aklı Kimin Aklı,s.168)

Değerli yazar/akademisyen Koray Demir, "Devlet Aklı Kimin Aklı" isimli çalışmasında, tarihin tozlu sayfaları arasında -devlet aklını- arar. Ortaya çıkan sonuç ibret vericidir. Öyle bir akıl var mıdır, yok mudur? sorusuna cevap vermeden önce, birçok tarihi olayı teşrih masasına yatırır. Önümüze büyük bir maliyet koyar.

Önce devlet aklıyla, beka savunmasının çıkış noktasına dikkat çeker ve şu tespiti yapar:" Yönetici/yönetim yaptıklarının meşruiyetini sorgulayan herkese kendi otoritesinin sarsılması, zarar görmesi halinde 'toplumsal birliğin/ümmetin birliğinin 'bozulacağı' sonucunu adres göstermiştir. Ve başlangıcından bugüne, bu ikilem karşısında her olayda 'birlik-beka' ikilisi 'meşruiyet-yasa ikilisine galip gelmiştir. Bir işin doğru, adil, meşru, hukuki olarak yapılmasını istemek ile toplumsal bütünlüğü bozmak arasında bir ikileme sokulan dindar/milli insan her seferinde ‘toplumsal bütünlüğü' bozmamayı seçmiştir. Toplumsal birlik fikrinin tebliğcileri, bu fikrin yanına hemen 'beka' kelimesini ekleyip yönetici erkten şüphe duyulmasının önüne geçmiştir.(s.169)

Bu yeni bir şey değildir, yazar tespitlerini temellendiren, sayısız örnek verir. Buna çanak tutan siyasal kültüre işaret eder: "İslami siyaset kültürü, başlangıç yüzyılından 20. yüzyıla hatta günümüze kadar, İslami değerlerin bir ucuna tutunarak yükselen yöneticilerin elinde, halk için halka rağmen, Hakk için Hakk'a rağmen iğdiş edilmektedir... Buna aracılık yapan, meşrulaştırmaya çalışanlar ise devlet erkini ele geçiren cüretkarlarla ile halk arasında 'dini köprü' görevi yapan ilim ehlidir. Fakat hiç biri ne yöneticiler ne de ilim ehli, 'yöneticinin yönetenle ilişkisini' ahlaki, vicdani, duygusal sınırlardan alıp hukuki bir bağlayıcılığa taşıyamamış ve Türk-İslam dünyasını bu açmazdan çıkaramamış, çıkaramamışlardır. Bunun sonucu da " yöneticiye itaat Allah'a itaattir, olmuştur. Yönetilenin yönetenden güçlü olacağı kurumların inşa edilmediği hiçbir toplum, edilgen pozisyondan çıkamamış ve yaratıcı doğası hadım edilmiştir.(s.163-170)

Yazar, tespitinin içinde çareye de işaret etmekte, bu sarmaldan kurtulmanın yolunun, yönetilenleri güçlendirmek ve yönetenle-yönetilen arasındaki ilişkiyi hukuki bir temele bağlamakla mümkün olacağını belirtmektedir. Türk-İslam dünyasında yönetenleri sınırlayacak, keyfiliği engelleyecek bir siyaset hukukunun inşa edilememiş olması, halkı yönetenler karşısında güçsüz bırakmış, yönetimi her türlü hukuksuzluğa, yozlaşmaya açık hale getirmiştir. Siyaset denilince, hala on asır önce yaşamış Maverdi'ye veya dokuz asır önce yaşamış Gazali'ye atıf yapılması, nasihatnamelerde çare aranması hep bu zihniyetin mahsulü ve o tarihten bu tarihe siyaset hukukunda bir santim mesafe alınamadığının göstergesidir.

Çalışmada, -devlet akılsızlığına tarihten birçok örnek verilir. Balkanların, Trablus'un kaybına neden olan politikalar irdelenir, koca bir İmparatorluğu felakete götüren hatalar anlatılır. Anlatılan olayların çoğu, -tarihçiliğimizin” veya tarihçilerimizin- ilgisinden kaçmış olaylardır. Mesela Selanik'teki " Kız Vakası" veya diğer ismiyle "Selanik Hadisesi" bunlardan biridir. Olay şudur: Bir Müslüman'a ait çiftlikte çalışan Bulgar asıllı Stefani isimli fakir bir genç kız bir gün kayıplara karışır. Birkaç gün sonra köyünden on kilometre uzakta bir tren istasyonunda ortaya çıkar. Selanik'e gitmek için trene binmektedir. Yanında annesi Maria vardır.........

© Habererk