Türkleri Alevi ve Şii Yapan Padişah
Ferdi tercihleri dikkate almazsak, 1400’lerin sonuna kadar olan dönemde yaşayan Müslüman Türklerin tamamı Hanefi’ydi. Hanefilik bir Türk mezhebiydi. Sadece Türkler ve Türklerin İslam’ı tanıttığı halklar Hanefi’ydi.
Peygamberimiz vefat ettikten sonra İslam iki farklı kanaldan yürüdü. İslam’ı şeklen yorumlayan mezhepler ve İslam’ın ruhunu anlamaya çalışan tarikatlar. Peygamberimizin vefatından sonra onun tedrisinden geçen Hz. Ali, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas ve Abdullah bin Mesut gibi sahabeler; sorunu, sorusu ve müşkülü olan Müslümanların danıştıkları kanaat önderleri haline geldiler. Bu sahabelerin çizgilerini takip eden alimler tarafından savunulan ve zamanla kurumsallaşan görüşlere mezhep dendi.
İslam’ın ilk dönemlerinde mezheplerin sınıflandırılması bugünden farklıydı. İmametin efendimizden sonra Hz. Ali ve evlatlarına geçtiğini savunan mezheplere Şii (Caferiler, Zeydiler, İsmaililer), hadislerden neden-sonuç ilişkisine bakmadan kesin hükümler çıkaran mezheplere Ehli Hadis (Şafiler, Malikiler, Hanbeliler) ve akla önem veren mezheplere Ehli Rey (Mutezile, Mürcie, Hanefiler) deniyordu.
Tarikatlar ise örnek insan olduğu düşünülen şeyhlerin etrafında oluştu. Tarikatlarda aynı mezhepler gibi kendilerini bir silsileyle peygambere bağlıyorlardı. Tarikatlar başlangıçta mutlak hakikate ulaşmayı hedefliyorlardı. Zamanla mutlak hakikati kendilerinin temsil ettiğini savunmaya başladılar.
Mezhepler ve tarikatlar iç içe geçmiş yapılardı. Her tarikat mensubu aynı zamanda bir mezhebe mensuptu. Zira namazın nasıl kılınacağı, abdestin nasıl alınacağı gibi hususları mezhepler öğretiyordu. Fakat her mezhep mensubu hatta mezhep mensuplarının büyük çoğunluğu tarikat mensubu değildi.
Tarikatların ortak noktası; şeriat da denilen, mezhepler tarafından şekillendirilen kuralların ve yasakların hakikate erişmeye, Allah’ı anlamaya, Allah’la bütünleşmeye ve iyi insan olmaya yeterli olmadığıydı. Bu ortak nokta dışında tarikatlar, birbirinden son derece farklı ve birbirleriyle çelişen görüşleri ve inançları savunuyorlardı. Öyle ki şeriata tam manasıyla tabi olmak gerektiğini savunan tarikatlar olduğu gibi mezhepleri lüzumsuz gören ve şeriatı önemsemeyen tarikatlarda vardı.
Mezheplerde ise; Hanbeliler sadece şekle önem verdiklerinden, Mutezile alimleri ise akla aykırı bulduklarından tarikatlara kategorik olarak karşıydı. Şiilikte ise Mercii Taklit anlayışı tarikatların oluşmasını engelliyordu. Zira Mercii Taklit olarak kabul edilen şahıslar, aynı tarikat şeyhleri gibi örnek insanlardır.........
© Habererk
