İnsanlığın vicdanı Ortadoğu’dan geçmektedir
Ortadoğu, yalnızca coğrafi bir bölge değil; insanlık tarihinin en kadim medeniyetlerine ev sahipliği yapmış, üç semavi dinin doğduğu ve dünyanın enerji damarlarını taşıyan bir merkezdir. Ne var ki bu zenginliğin ve stratejik önemin bir bedeli olmuş; bölge yüzyıllardır emperyal çıkarların, etnik çatışmaların, mezhep ayrılıklarının ve sömürü politikalarının hedefi haline gelmiştir. Bugün Ortadoğu’da yaşanan istikrarsızlıkları anlamak için yalnızca bölge içi nedenlere değil, aynı zamanda küresel güç dengelerine ve tarihi gelişmelere de bakmak gerekir.
I.Tarihsel Miras ve Sömürgecilik:
Kökleri Derinde Bir Kaos
Ortadoğu’daki problemlerin kökeni büyük ölçüde Birinci Dünya Savaşı sonrası döneme dayanmaktadır. Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla birlikte bölgede oluşan otorite boşluğu, Batılı sömürgeci devletlerin iştahını kabarttı. Sykes-Picot Anlaşması (1916) ile İngiltere ve Fransa, bölgeyi kendi nüfuz alanlarına böldü. Yapay sınırlar çizildi, etnik ve mezhepsel dengeler gözetilmedi. Böylece bölgenin doğal yapısına aykırı, kırılgan devletçikler oluşturuldu.
Bu yapay sınırlar ve dayatılan yönetim modelleri, milliyetçilik hareketlerini kontrol bastırdı, mezhep ayrılıklarını derinleştirdi. Araplar, Kürtler, Türkleri, Farslar ve diğer etnik unsurların bir arada yaşadığı alanlar parçalandı. Bu durum, ilerleyen süreçte sürekli bir gerginliğe, isyanlara ve iç savaşlara neden oldu.
II. Enerji Politikaları:
Petrolün Laneti
Ortadoğu, dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip bölgesidir. Bu enerji zenginliği, bölge ülkeleri için bir nimet değil, çoğu zaman bir lanet olmuştur. 20. yüzyıl boyunca enerji kaynakları üzerinde hegemonya kurmak isteyen küresel güçler (başta ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri) bölgedeki çatışmaları körükledi.
Özellikle Körfez Savaşı (1991), Irak’ın........
© Habererk
