Terörsüz Türkiye: Devlet aklı ve normalle buluşma
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına adım attığımız bu kritik tarihsel eşikte, Türkiye'nin temel güvenlik, demokrasi ve toplumsal bütünlük meseleleri iç içe geçmiş bir görünüm arz etmektedir.
Bu bağlamda, “Terörsüz Türkiye” vizyonu, yalnızca bir güvenlik stratejisi değil; devlet aklının işlemesi, toplumsal dokunun tahkimi ve bin yıllık kardeşlik hukukunun pekiştirilmesi olarak görülmelidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde yürütülen bu politik çerçeve, yalnızca silahlı mücadeleye değil, terörün beslendiği ideolojik, ekonomik ve uluslararası kaynaklara karşı çok katmanlı bir stratejik yaklaşımı ifade etmektedir.
Türkiye’nin güvenlik paradigması uzun süre klasik, konvansiyonel tehditlerle mücadeleye endeksli bir yapıda kalmış olsa da, 1990’lı yıllarla birlikte yeni tip tehditlerle karşı karşıya kalınmıştır.
PKK başta olmak üzere, silahlı yapılar yalnızca bir “iç güvenlik meselesi” değil, aynı zamanda egemenliğe yönelmiş post-modern savaş aparatlarıdır. Bu durum, terörle mücadelenin salt askeri veya polisiye yöntemlerle sınırlandırılamayacağını ortaya koymuştur.
AK Parti’nin güvenlik anlayışı, bu tehditleri “çok boyutlu devlet dışı aktör stratejileri” olarak ele almış, buna uygun kurumsal ve anayasal yeniden yapılanmalara öncülük etmiştir. Özellikle 2016 sonrası yeni güvenlik mimarisi ile birlikte, istihbaratın sivilleşmesi, yerel güvenlik stratejilerinin yaygınlaştırılması ve sınır-ötesi caydırıcılık kapasitesinin artırılması bu dönüşümün önemli ayaklarını oluşturmuştur.
Modern anayasal demokrasilerde sıkça karşılaşılan bir gerilim hattı, güvenlik ile özgürlük arasındaki denge arayışıdır. Ancak bu iki kavram, Türkiye özelinde çoğu zaman yapay bir karşıtlık içinde ele alınmıştır. Oysa gerçek demokratik istikrar, güvenliksizliğin olmadığı; bireyin hak ve özgürlüklerini kullanabileceği, ama bu hakların kamu otoritesi tarafından güvence altına alındığı rejimlerde mümkündür.
