Akademisyenlik mesleğinin itibarı: "Bir bankanın içi nasıl boşaltılır?"
28 Şubat’tın katsayı engelini aşmak için “açık lise” mezunu olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne girdikten hemen sonraki yıllarda ekonomik kriz patlak vermişti Türkiye’de.
Hazırlık sınıfı bitmiş, birinci sınıf derslerine giriyorduk. Heyecan o biçimdi doğal olarak. Zor şartlara, tüm engellemelere rağmen, Doğu Karadeniz’in küçük bir vilayetinden gelip Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci olmuştuk.
Derslerden biri “Ekonomi 105” idi. Birinci döneminin ortasında dersin hocası, gözaltına alındı, sonra tutuklandı. Meğer (şimdi olmayan) o dönemin meşhur bir bankasının “danışmanı” imiş. Dersi asistanı ile tamamladık.
İkinci dönem, “Ekonomi 106” dersini alınca baktık, sınıfta o hoca; tutuksuz yargılanmak üzere mi çıkmıştı yoksa beraat mi etmişti, hatırlamıyorum. Ama net hatırladığım şey, derse döndüğü ilk gün tahtaya da kalemle yazdığı şu sözü olmuştu: “Bir banka usulüne göre nasıl boşaltılır?”
Bunu “kibarca” anlattı önce ve sonra dersine geçti.
O gün “akademisyen itibarı” meselesi benim için “sıfırın altında” bir yere düşmüştü.
Derken üniversite mezuniyetine yakın bir zamanda rahmetli Sabahattin Zaim hoca geldi Boğaziçi’ne. Konuşmasıyla gönül dünyamda yerlerde sürünen “akademisyen itibarı”nı 2-3 saatlik kelam-ı kibarları ile düzlüğe çıkardı, temizledi.
Gel zaman, git zaman derken “üniversite profesörü” olmak nasip oldu.
Sabahattin hocanın yolundan gitmeye niyet ettiğimizde akademisyenlik mesleğinin maddi olarak “çorba ana yemek tatlı” üçlüsünden çoğu zaman “sadece çorba” ve bazen de “çorba ana yemek” imkânı anlamına geldiğini, çok nadir de “üçü bir arada menü”yü tatma imkânı olacağını başta kabul etmiştik. Öyle de oldu.
Önemli olan “itibar” idi ve “akademisyen itibarı”, güzel ahlak, faydalı ilim ve salih amel üçlüsünü bünyede taşımak idi bizim için. Değişmedi bu inancım. İnancıma uygun çizgide mücadele etmeye de devam ediyorum.
Ancak toplumun nazarında “akademisyen itibarı” başka bir mesele.
2024 yılında yapılan “Türkiye........
© Haber7
