Sosyal Yapı ve Güç Teşekkülü İlişkisi Sosyal Yapı Birey İlişkisi
Sorumluluk bireyseldir, herkes kendi hesabını verecektir. Kuranı Kerim’de de hitap bazen “Ey Nas” ey insanlar veya doğrudan Hazreti Peygambere (asm) “Ey resulüm” şeklinde tek tek bireylere bazen de “Ey iman edenler” şeklinde hem bireylere hem de topluma (Cemaate) yapılır. Hesap günü de her insan kendi hesabını verecek, hesap veren kızı Fatıma (ra) bile olsa Hazreti Peygamberin (asm) kendi ifadesiyle “Kendisinin elinden birşey gelmeyecektir”.
Sorumluluk Batı dünyasında da kesin bir şekilde Reformasyon Döneminden itibaren bireyseldir. Ancak, bireylerin dünyasını şekillendirmede etkili olan, dönemin ruhunu inşa eden güç toplumun gücüdür. Toplumun gücü, enerjisi, dinamizmi, ruhu ve değerleri bireyler üzerinde kendi sorumluluk idrakleri (Bu da bir ölçüde sosyal ilişkilerde oluşur) çerçevesinde derin etkiler yaratır. Bu yüzden bugün eskilerin mesail-i mensure dedikleri formda (Bir ölçüde Batıdaki “Batôns Rompus”) düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım. Hissiyatı umumi yani toplumun genel duygusal enerjisi ve durumunun önemini en iyi anlatan örneklerden biri de İmam Gazali’nin bir müzik enstrümanı hakkında verilen fetvayı İhya’sında zikretmesidir.
“Şahin adı verilen bu müzik enstrümanının harp zamanında çalınmasını bazı İslam uleması ve muhtemelen İ. Gazali de mekruh görmüşlerdir. Zira bu müzik enstrümanı insan duygularını inceltip, zayıflatmakta ve harp zamanı gerekli olan kahramanlık ve cesaretin ön plana çıkmasını engellemektedir. ”Umumi hissiyat ve psikolojinin bu denli bir önemi ve etkisi vardır. Bu yüzden çağdaş yönetim sistemleri savaştan önce savaş hazırlığının meşrulaştırılması, toplumun savaşa hazırlanması çalışmalarına büyük önem vermişlerdir. Bu konuda, Amerikan toplumunun 1. ve 2. Dünya Savaşlarında psikolojik olarak hazırlanması önemli bir örnek teşkil etmektedir. Hatta 1. Dünya Savaşında Avrupa’ya asker göründermek yani bir nevi savaşa dahil olmak konusunda “İzolasyon” politikasını içselleştirmiş Amerikan kamuoyunu hazırlayan Freud’un yeğeni Edmond Bernay’s tarafından ortaya atılan “Amerikan demokrasisinin dünyanın başka bölgelerine taşınma misyonu” günümüze kadar yapılan ABD müdahalelerinin ana meşrulaştırıcı unsuru olmuştur (mesela demokrasiyi yayma misyonu, 1990’lı yıllardan itibaren özgürleştirme operasyonları olarak isimlendirilmiştir). (George C. Marshall tarafından Frank Capra’ya sipariş edilen ve Savaş Enformasyon Ofisi tarafından finanse edilen niçin savaşıyoruz sorusuna cevap üreten belgesel film de ilginç bir örnektir. Ayrıca William Oliver Stone’un “ABD’nin Anlatılmamış Tarihi belgesel serisini- 2012 izlemenizi öneriririm.)
Sosyal yapı veya Toplum ile birey arasındaki ilişkiyi her yönüyle anladığımızı iddia etmek ve anlatmaya kalkışmak doğru değildir mümkün de olamaz. Bu kısa yazıda sadece bir milletin kaderini etkileyecek büyük hamleler yaparken veya ciddi ricat içindeyken toplum yapısının değişimi ile sosyal sermayemizin zenginleşmesi/ kıymetlenmesi ve bireylere etkisi üzerine düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım…
Büyük Güçlerin Oluşumu ve Yükselen Toplumlar
Yükselen güçlerin ana zemini beşeri zemindir; yükselen toplumlar ve bireylerdir. Toplumsal dinamizm ve enerji, her açıdan sağlıklı ve ideal yüklü bireyler güç oluşumunun temelunsurlarıdır. “Eğri adamla doğru yol gidilmez” (Şah İsmail) sözü ile “Sultanın atiyyelerini (Hediyelerini hazinelerini) sultanın matiyyeleri (Binitleri) taşır” (İmamı Rabbani) kelamı kibarı bu gerçeğin ifadesidirler.
Yükselen bir toplumun ilerleme, tekamül ve güce erişme motivasyonları çok güçlüdür. Bireylerin bu yöndeki donanımları da dikkat çekicidir. Toplumun ve bireylerin tabii yapılarından doğan tekamül arzusu yanında bu arzu ve iradeyi bir mefkureye dönüştürme, ideal yüklemesi yapma, hedefe erişmek için gerekli donanıma sahip olma da önemlidir. Zira buradaki ikinci paragraftaki unsurlardan yoksunluk toplumlar ve bireyler tabii ihtiyaçları ve insiyaklarıyla ilerleseler bile uzun vadeli bir güç merkezi inşa edemezler, hele hele bu gücü medeniyet ile kalıcı hale getiremezler.
Şu halde yükselen toplumların güçlü motivasyonları vardır. Bunlar arasında savaşlar, kıtlıklar, kuraklıklar gibi olumsuz durumlar içinde hayatta kalma içgüdüsü, düşmanları tarafından yok edilmekten kurtulma amaçları gibi güçlü motivasyonları sayabiliriz. Bunun tabii motivasyonlar olduğunu söyleyenler varsa da bunlar mutlak yönelişler değildir. Zira bazen yukarıda saydığımız olumsuz şartlar ve olaylar toplumlarda ve bireylerde yılgınlık, yenilgiye boyun eğme, harekete geçememe gibi olumsuz tutumlara neden olabilir. Burada önemli olan içinde bulunulan şartlar kadar bu şartları karşılamada toplumların ve bireylerin iç tepkileri ve inisiyatif geliştirme kapasiteleridir.
Tarih bize yukarıda saydığımız durumların her biri için örnekler sunmaktadır. Bazen Moğol İstilası ve kılıcı karşısında adeta yenilgiyi kader kabul eden topluluklar olduğu gibi kan ve şiddet rüzgarlarına karşı hayatta kalma içgüdüsünü canlı tutarak, yeni güç oluşturma yollarını arayan topluluklar da olmuştur.
1000’li yılların başında Avrupa’da yüksek nüfus temerküzü ve yoksulluğun senteziyle nefes alamaz duruma gelen kitleleri Doğuya ve daha müreffeh Müslüman ülkelerine yönelten ilk Haçlı Seferinin tasarımcısı ve mimarı Pierre L’ermite (1050- 1115) gibi keşişler kitlelerdeki yaşama içgüdüsünü uyandırıp saldırganlık dürtüsü ile güce dönüştüren dehşetli insanlardır. Bu dürtüleri din sosu ile kitle ve bireylere enjekte etmeleri onları tarihin en güçlü liderlerinden biri yapmıştır. Cengiz Han (1162- 1227) gibi liderler ise kabile savaşları ve katliamlarını saf güç ve kılıç ile birleştirip tarihin en zalim ordularını yönetmişlerdir. Bu iki güçlü dalgadan birincisi çok uzun ömürlü olmuştur. Ama ikisinin de başardığı iş dağınık milletleri güçlü bir motivasyon ile birleştirmek olmuştur. Bunlar gibi güçlü dalgalar önündeki kitleler ve bireyler değişim ve dönüşüm geçirmişlerdir. Diğer tarihi örneklerde olduğu gibi burada da doğal ve vahşi insiyakları, dürtüleri, yönelişleri beşeri donanım ile biçimlendiren güçler daha uzun hüküm sürmeyi başarmışlardır. Haçlı Seferleri kendileri için bir motivasyon aracı olan Hıristiyanlığı ve Avrupalı toplumları dönüştürmüştür. Moğol Askeri dalgaları ise daha ilk yüzyılın sonunda yerel sistemlerin ve kültürlerin egemenliği altına girmişlerdir.
Buradaki örnekleri detaylı verme amacım şudur ki, yükselen toplumlar ve bireyler her zaman galip güçler içinde olmayabilirler. Yükselen toplum dinamizmi ve enerjisi kendi özgün dinamiklerine sahiptir. Aslolan bu dinamikleri teşhis edebilmek, farkına varabilmektir. Bu çerçevede, Doğudan Batıya ilerleyen Moğol gücü Güneyden doğan İslam güneşi ile eridiği gibi Kuzeyden inen Rus gücü karşısında etkisiz kalmış; bu durumu günümüzün Avrasya Slav ve Rus jeopolitiğini yaratmıştır.Günümüzde de hüküm süren küresel güçler ile henüz teşhis edemediğimiz yükselen toplumsal dinamikler ve güçlü birey oluşumları arasında her zaman aynilik ve hatta paralellik olmayabilir. Yani mevcut güçler ile dinamik topluluklar birbiriyle örtüşmeyebilir. Bunu fark eden önemli isimlerden biri de M. Roskin’dir. Daha 2000’li yılların başında devasa üretim gücüyle uyanan Çin’i anlatırken, 250 milyonu aşan 25 yaş altı sosyal medya kullancısını vurgulamış ama aynı zamanda Çinli genç nüfustaki profan yani her tür manevi dinamikten yoksunluğu da işaretlemiştir. Benzeri bir durumun Japonya için de geçerli olduğunu söylemiştir. Asya’daki büyük güçlerden biri olan Hindistan aşırı ideolojik yüklü liderlerine (Aşırı hatta fanatik mistik Hindu milliyetçisi Modi gibi) rağmen toplumsal dinamizm açısından tarih yapıcı bir pozisyonda bulunmamaktadır.
Asya’da Çin’in yerel alanlarda kökleşmesi ve ardından Cengiz Han ordularının da sürekli ileriye atması ile hareketlenen Orta Asya’daki Türk hareketlenmesi daha da batıya doğru gitmiş, gittikçe de yeni yerel siyaset birikimleriyle karşılaşmış, bir kısmını aynen bir kısmını adapte ederek geliştirmiş ve kendine özgü bir güç sistemi kurmuştur. Bu güç sistemi özellikle 16. Yüzyılda zirveye ulaşmış, Türk ve İslam Tarihine hiç de küçümsenmeyecek miraslar bırakmıştır. Bu mirasın oluşumunda ricat hattına benzer bir şekilde sürekli Batıya göç eden ve hatta kaçan Türk topluluklarının dinamizmi, Ortadoğu İslam Devletleri ve İran İmparatorlukları........
© Haber7
