menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İsrail’in İran’a Saldırısından İsrail-İran Savaşına

12 0
23.06.2025

13 Haziran 2025 tarihinde başlayan İsrail’in İran saldırısı yeni kapsam ve ivme kazanarak devam ediyor. Arapların bir atasözü var. “İki şeyi başlatırsınız, ama ne zaman biteceğini bilemezsiniz: Yangın ve savaş!” Yangının çağımızın imkanlarına rağmen nasıl yayıldığını, tahrip ettiğini ve söndürülemediğini son yıllardaki büyük yangınlarda gördük. Savaş da tıpkı yangın gibidir.

İki büyük dünya savaşı ilk patlak verdiğinde özellikle gelişmiş ve güçlü devletlerin toplumları savaşın bir iki ay içinde biteceğine, güçleriyle münasip şekilde fetihler yaptıktan sonra ordularının (Yani askere alınmış çocuklarının) evlerine döneceklerine inanıyorlardı. Heyhat iki dünya savaşı da büyük tahribatla, akıl ve vicdana sığmaz katliamlarla, büyük yalanlarla çok uzun bir süre devam etti. Bu pembe yalana inanan Avrupalı insanların her iki dünya savaşında farklı acıları, farklı tecrübeleri oldu.

İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayarak başlatmış olduğu ani saldırlıarın sabahında İran tarafındaki vurulan yerler ve öldürülen üst düzey devlet yetkililerinin haberlerini okuyunca İran’ın çok sarsılacağını, Ortadoğu’da çökertilen paramiliter gruplarından sonra kendi vatanını korumakta acze düşeceğini sanmıştı birçoğumuz. Halbuki hiç de öyle olmadı. İran kayıplarına rağmen, üzerindeki karabulut gibi uçak ve füze saldırılarına aldırmadan varlığını korumak için imkanlarıyla uyumlu bir şekilde hazırladığı İHA ve balistik füzeleriyle İsrail’i vurmaya başladı.

İlk saldırılarında Amerika, İngiliz, Ürdün, vb ülkelerin hava kuvvetleri tarafından ciddi bir önleme ile karşılaştılar. Ancak, ilerleyen günlerde hem savaşın dozu arttı hem de kullanılan füzelerin boyutu değişmeye başladı. Saldırının ilk günlerinden sonra İsrail’in şehirlerinde de vurulan binaların, merkezlerin, vb fotoğraf ve videoları medyada yer almaya başladı. Savaş İsrail’i de kapsamaya başladı. Saldırı savaşa dönüştü tam anlamıyla.

Savaş Nedir? Savaş Ne değildir?

Savaştan önce savaşın siyasi konsepti üzerine bir iki cümle yazmak isterim. Her savaşın bir siyasi konsepti olmalıdır. Zira savaş gibi büyük bir seferberlik ve fedakarlık gerektiren, sonucunda büyük kayıpların da yaşandığı bir olayın siyasi ve ekonomik hedefleri olmalıdır.

Hedefsiz ve plansız yapılan savaşların yarardan çok zararı olacağı açıktır. İran İsrail savaşının siyasi hedeflerinin analizinde ve tam belirlenmesinde yarar vardır. Savaşla ilgili birçok tanım yapılabilir. Biz bu yazımızda tanımların biçimsel ve teferruatlı kısımlarına girmeden savaşın özüne ilişkin bir iki hususu vurgulayacağım. Savaş çatışma piramidinin en üstünde yer alır ve bir devletin ve milletin varoluş seviyesine gerçekleşir. Savaşı çatışma türleriyle karşılaştırmamak gerekir. Genel olarak savaşın özelliklerini kısaca belirtelim.

Savaş dışındaki diğer çatışmalar coğrafi, katılım bakımından kısmi, şiddet ve tahribatı bakımından sınırlı, karar vericileri büyük ölçüde teknokrat sivil ve askeri sınıftır. Bu çatışmalar savaş olarak adlandırılsa bile mahiyet ve boyut farkları vardır. Bu yüzdendir ki, çatışmalar sonrası yapılan anlaşmalar da bir devlet veya milletin varlık ve bekasını özsel olarak etkilemezler. Taraflar açısından kabul edilebilir zararlar veya kazanımlar oluştururlar, bir tür düzenleyici metinler olarak görülebilirler. Tabi ki bu çaptaki çatışmalar milletlerin duygusal dünyasında bir travma oluşturmazlar. Kayıpları devletler uygun propagandalarla telafi edebilirler.

Ayrıca bu çatışmaların etkileri taraflar dışındaki devletleri büyük ölçüde etkilemezler. Bunun sonucu olarak da yeni bir düzen kurmazlar. Savaşlar ise büyük ölçüde varlık ve beka sorunsalının neredeyse nihai çözümünü sağlayıcı olaylardır. Bu özsel ifadelerimiz biçimsel anlamda tam olarak küresel savaş ya da büyük savaşlar için kullanılmaktadır. Ancak, çoğunlukla iki devlet arasındaki savaşlar da varlık ve beka sorunsalını belirginleştirirler. Bir anlamda, küresel veya büyük savaşlar dünyadaki tüm devletlerin kıyameti ise daha alt düzeydeki savaşlar da tarafların kıyametidir; dünyanın geneli için önemi olsun veya olmasın zafer ya da mağlubiyetin muhatapları için ontolojik sorunsal tartışılabilir. Bu yüzdendir ki, savaşa bir milletin en üst otoritesi karar verir. Bu genel olarak milletin meşru temsilcilerinden oluşan yetkili bir Meclis’tir.

Ancak, savaş sonucunda yenilgi ve işgal olması durumunda, umumi meclisten önce şartların zorluğu nedeniyle daha alt bölgelerde geçici bölgesel meclisler oluşabilir. Yerel direniş hareketleri böyle başlar. Bunu en alta kadar indirirsek fert fert kendini milletinin ve devletinin meşru sahibi gören her insan kendi kararı ve inisiyatifiyle özgürlük, bağımsızlık savaşına katılır. Toplumumuzda “Derin Devlet nedir, kimdir?” sorusu çok tartışılır, konuşulur. Gizli meclisler, kapalı yapılar, vs tasavvur edilir.

Bence derin devlet kendini sorumluluk açısından devletin meşru sahibi ve milletinin muhafızı gören her ferdin kendisidir. Bu yüzdendir ki, bir ülkeyi sömürmeyi ya da güçten düşürmeyi hedefleyen büyük güçler önce hedef milletlerin fertlerini sıradanlaştırırlar, bütün bir milletin iradesini kırarlar ve kişilere bağlarlar. Bireylerin etkin olacakları kurumları yozlaştırırlar. Yaratıcı olabilecekleri alanları milletin bütün fertlerine değil, sadece belirli kişilere açarlar, nitekim liyakate önem vermeme bu çerçevede görülmelidir.

İşte fertten ve yerel meclislerden başlayarak en yukarıda bir yüksek mecliste milletin iradesi tecelli eder. Bu yüzdendir ki, savaşa seçilmiş devlet adamları karar verirler. Millet ile bağı kopmuş kurumlar ve yöneticilerinin unvanları olsa bile içerikleri yoktur. Millet adına karar vermeleri........

© Haber7