Balkanlar ve travma çözümleri
Bu köşenin sıkı takipçileri hatırlayacaklardır. Geçen yıl Ortadoğu üzerine değerlendirmeleri içeren yazılarımızda imparatorluk sonrası travmalar üzerinde durmuştuk. Bu travmaların sadece Ortadoğu’daki ülkelerde yaşayan toplumlar üzerinde değil, Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü devasa coğrafyada yer alan bütün milletler üzerinde var olduğunu ifade etmiştik.
Literatürde imparatorluk sonrası travma olarak geçen bu sorunun D. Vamık Volkan’ın ifadesiyle “Seçilmiş yenilgiler”den beslendiğini rehabilitasyonu için de “Seçilmiş zaferlerin” etkili olduğunu vurgulamıştık. Yine bu yazılarımızda sorunun çözümünde asıl sorumluluğun hakim güç ve asli toplumun büyük sorumluluk taşıdığını ifade etmiştik. Zira eğer söz konusu devletler ve milletler travmalarını kendilerinin yarattıkları seçilmiş zaferler ile telafi ederler ise bu bizimle bütünleşmeyi değili ayrışmayı kolaylaştırır. Biz ise bütünleştirici bir travma çözümünü arzu ediyoruz.
İşte Balkan coğrafyası imparatorluk sonrası travmaların çok yoğun bir şekilde hissedildiği, parçalanmış bilinçlerin ve yaralı kimliklerin uzun süre çatıştığı, kanlı sonuçların üretildiği bir coğrafya olarak ayrı bir ilgiyi hak etmektedir. Zira Balkan coğrafyası Ortadoğu’dan farklı bir coğrafyadır. Bir kere imparatorluğun kuruluşundan beri ortağıdır, bir parçasıdır. Hatta Anadolu’dan önce İmparatorluk Balkanlar’da yerleşik hale gelmiştir. Daha Orhan Gazi döneminde Balkanlar’a adımını atan Osmanlı gücü Sultan I. Murat döneminde tam anlamıyla topraklarının çoğu Balkanlar’da olan bir Anadolu ve Balkan devletidir. Nitekim Halil İnalcık ve İlber Ortaylı gibi kıymetli tarihçiler bu hususu önemle vurgulamaktadırlar.
Balkanlar Ortadoğu’dan farklı bir coğrafya olmasının yanında birçok yönden ayrıcalıklı bir konuma da sahiptir. İmparatorluğun neredeyse kuruluşundan itibaren bir parçası olmasının yanında imparatorluğun asli unsuru olan ağırlıklı Türk ve Müslüman nüfustan farklıdır. Her ne kadar Bulgaristan ve bazı Orta Avrupa ülkelerinde kadim Türk anâsırı var ise de bunlar büyük ölçüde Anadolu, İran ve Orta Asya Türklüğünden farklılaşmışlardır, yerleşik nüfusa oranları yüksek değildir. Bazı ülkelerdeki nüfus ise kadim kültürlerin mirasçısıdır. Yahya Kemalin “Evladı fatihan diyarıdır” dediği ve bugün bile kültürümüzün en fazla yaşadığı Üsküp ve Makedonya’dan bir Büyük İskender geçmiştir. Osmanlı gücünün en dinamik döneminde Sırp Kralı Büyük Duşan büyük Sırp İmparatorluğunun başındadır. Ömrü uzun sürse idi Osmanlı’nın Balkanlar’da ciddi sorunlar yaşayacağı tarihçiler tarafından ifade edilmektedir.
Kendisi erken vefat ettiği gibi varisleri de o kamette olmamışlardır. Yunanistan, Arnavutluk coğrafya itibariyle çok zor dağlık bölgelerdir. “Ayrı ve idantik” kültürleri vardır. Romanya’da mukim nüfus Bizans’ı işgal eden Latin Haçlılarının artıklarıdır. Orta Avrupa’ya doğru ise Alman etkisinde savaşçı topluluklar mevcuttur.
Osmanlı gücü bu nedenlerle klıç fethi değil, gönüllülük ve anlaşma fetihlerini kabul etmiştir. Ama bu her zaman böyle olmamıştır. Zira Kılıç Sahipleri bizim ifade ettiğimiz kadar romantik olamazlar. Olamadıkları yerler de olmuştur. Diğer yandan köklü ve güçlü kültürlerini temsil eden milletler kolayca boyun eğmemişlerdir. Mesela İstanbul’un Fatihi Sultan Mehmet Han Arnavut lider İskender Bey ile yıllarca savaşmış, hatta bu savaşlarından birinde yaralanmıştır. Keza dağlık Yunan toprakları da ciddi savaşlara sahne olmuştur. Romanyalılar ise bir Fransız aydınının tabiriyle “Osmanlılar’ın Avrupa’ya girişlerini hayli geciktirmişlerdir”
Kont Vlad önemli bir adamdır.Bu fetihler sırasında bir diğer zorluk ise Avrupalı güçlerin Balkanlar üzerindeki Osmanlı ilerleyişini durdurmak üzere hazırladıkları büyük ordularla Balkan milletlerini de istihdam ederek Osmanlı ile savaşmalarıdır. Bu bağlamda, Niğbolu son Haçlı seferi olarak bilinmektedir. Eğer Milano Dükü gelen Haçlı Ordusu ve hazırlıklarından Yıldırım’a haber uçurmuş olmasa idi savaş başka bir şekilde cereyan edebilirdi demektedir Haçlı Savaşları uzmanı tarihçiler. Bilahare Yanoş gibi askeri yeteneği olan Macar kralları ve sonra Alman kökenli toplulukların Balkanlar üzerinden saldırıları bölgedeki durumu nazik hale getirmiştir.
Bölgede elbette şanslı olduğumuz konular da vardır. Mesela Bogomil mezhebine bağlı Slavlar (Boşnaklar) Osmanlı gücünün ileri karakolu ve kahraman Serhat savaşçıları olmuşlardır. Coğrafyanın uzağındaki bir başka adam Lehistan Kralı 3. Jagiellon kendisine Osmanlı’ya karşı savaşmak üzere yardım ermesini isteyen Macar kralına barışı tavsiye etmiş, barışın sağlanması için de inisiyatif almıştır. 1444 senesinde Murad’ın otağına Leh elçiler gelerek, barış görüşmelerini başlatmışlardır.
Fakat her işte olduğu gibi Balkanlardaki Osmanlı ilerleyişi de zahmetsiz olmamıştır. Dönemin fetihçi Lala, Paşa ve Beylerinin kahramanca savaşlarını unutmamak lazımdır. Ve tabi ki siyasi yapılanma ve vergi adaleti gibi konulardaki akıl dolu uygulamaları dikkatle incelemekte yarar vardır. Mesela Osmanlı devlet organigramının itibarlı bir parçası olan Hıristiyan Martolosları hatırıatalım. Keza Osmanlı Vergi sisteminin önceki Bizans veya diğer yerel sistemlere göre daha adil olması not edilmelidir. Diğer bir önemli esas ise Osmanlı imparatorluk gücünün liyakati esas alan dikey hareketlilik kapasitesidir. Bu sistem sayesinde Balkanların bir köyünden zeki ve kabiliyetli........
© Haber7
