Şimdi Türkçemize kim sahip çıkacak?
Bazı insanların dünyamızda kapladığı yerin genişliği, ancak vefatlarından sonra bütün berraklığıyla fark edilir. Ne acıdır ki, onların ardından oluşan boşluk kolay kolay dolmaz. Yokluklarında daha çok hatırlanır, daha çok anılırlar.
Hayatını yalnızca kendi kariyerine adayanlar, hedeflerine ulaşsalar bile ebediyet makamına erişemez; kısa bir süre sonra unutulup giderler. Oysa bir fikir, bir ideal, bir ülkü ve ülke uğruna yaşayanlar, göçtükten sonra da gönüllerde yaşamaya devam eder. Dostları onları anmaya, gözler onları aramaya devam eder; yıllar geçse de izleri silinmez, özlemleri tükenmez.
“Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.” Kültür ve medeniyet tarihimiz, tek başına bir millet olmayı başarmış büyük öncülerle doludur. Bu öncülerden biri de geçtiğimiz yıl rahmet-i Rahman’a kavuşan merhum D. Mehmet Doğan’dır.
Hayatı boyunca memleket namına gördüğü boşlukları doldurmaya adayan Doğan, vefatıyla ardında büyük bir boşluk bıraktı. Taziyesi için TYB’yi arayan yaşlı bir hanımefendinin telefondaki hüzünlü sesi hâlâ kulaklarımızdadır:
“Ah evladım… Şimdi Türkçemize kim sahip çıkacak?”
Evet, onun Türkçe davasına ne büyük omuz verdiğini şimdi daha iyi anlıyoruz. Nerede dilimize yönelik bir saldırı görsek aklımıza hemen o geliyor. Geçen gün Yıldız Teknik Üniversitesi’ne akademisyen bir dostumu ziyarete gittim.
Sabık rektör, Türkçeye adeta savaş açarcasına tek bir Türkçe tabela bile bırakmamış. Vücuduma binlerce bıçak darbesi almış gibi acı duydum. Ülkeyi İngiliz valisi yönetse ancak bu kadar acımasız olurdu. Hatta o bile göze batmaması için birkaç Türkçe tabela bırakırdı. Rektör efendi onu bile çok görmüş.
Türk devletinde, Türk çocuklarının okuduğu bir üniversitede Türkçenin maruz kaldığı bu zulmü görünce, bağrım yanarcasına birden “Ah Mehmet Abi ah!” dedim. Ah ki, ne ah… Milyonlarca ah… Milyarlarca eyvah…
FERYÂD Ü FİGÂN
Mehmet Ağabeyin bütün ömrü bu yanlışlıklarla mücadeleyle geçti. Medeniyetin kültür ve dil ile inşa edildiğini haykırdı. Korkusuz tabiatıyla sözünü dudaktan gözünü budaktan esirgemedi. “Kamus, namustur.” diyen Cemil Meriç’in anlayışını benimseyerek meseleyi derinden ele aldı.
Türkçe’ye ömrünü vakfeden, dilimizi milletin hafızası ve varoluş cevheri olarak gören Mehmet Doğan, köklerimizden koparılışımıza, kelimelerimizin hoyratça katledilişine feryâd ü figân etti. Çok sevdiği Yunus’un mısralarındaki “kastım budur şehre varam / feryâd ü figân koparam” kararlılığıyla, kelimelerden bir direniş sancağı dikti bu topraklara. Onun mücadelesi yalnızca bir dil kavgası değil; hafızayı, kültürü ve medeniyetin öz suyunu müdafaa eden kutlu bir istiklal savaşıydı.
Yıllarca yazıları ve konuşmalarıyla Türkçeyi tahrip eden her türlü müdahaleye karşı uyanık olmamız gerektiğini hatırlattı. Özellikle son senelerde akademinin sentetik dilinden bizar idi. Akademik dilin hem halkın dilinden hem de köklü Türkçeden kopması, akademik metinlerin yüksek tahsilliler tarafından bile anlaşılamaması, onun ifadesiyle tam bir garabetti.
Makalelerde kendi başlarına kelime uyduran akademisyenlere, “Fransız akademisyenlere sorun bakalım, dillerine böyle bir kötülük yaparlar mı?” diye sormuştur.
Doğan, ayrıca Teoman Duralı gibi, yükseköğretim dilinin, tedrisat dilinin İngilizce olmasını bir felaket olarak değerlendirmiştir. Türk akademisyenlerin bu dil fukaralığıyla ilim üretmelerinin........
© Haber7
