menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sudan krizi üzerinden yeni sömürge dinamikleri

8 0
tuesday

Dünya, bir kez daha, acının ve zulmün karşısında suskun. Gazze’de çocuklar enkaz altında nefessiz kalırken, Doğu Türkistan’da kimlikler sistematik biçimde siliniyor; şimdi ise Sudan, insanlığın bir başka utanç sayfasına dönüşüyor. Yüzyılın başından bu yana, küresel sistemin adalet vaadiyle inşa edilen kurumları, bu sessiz yıkımlar karşısında giderek daha fazla anlamını yitiriyor. Sudan’da yaşananlar yalnızca bir iç savaş değil; devletin çöküşü, dış müdahalenin acımasızlığı ve insanın insana ettiği zulmün kurumsallaşmış hâlidir.

Sudan, uzun yıllardır siyasi istikrarsızlığın, etnik ayrışmaların ve kaynak rekabetinin kavşağında bir ülke olarak varlık mücadelesi veriyor. Ancak 2023’te patlak veren yeni çatışma dalgası, artık klasik bir iç savaşın ötesine geçmiştir. Bu defa, devlet ile paramiliter güçler arasındaki mücadele, bölgesel ve küresel çıkar ağlarının kesişim noktasına dönüşmüştür. Hızlı Destek Kuvvetleri adlı paramiliter yapının, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nden aldığı askeri ve finansal destekle ülke çapında güç kazanması, çatışmanın şiddetini ve kapsamını benzersiz ölçüde derinleştirmiştir. Bu destek, yalnızca savaşın süresini uzatmakla kalmamış, aynı zamanda sivillerin hedef alındığı sistematik bir yıkım politikasını da beraberinde getirmiştir.

Bugün Sudan’da şehirler haritadan silinmekte, milyonlarca insan evsiz kalmakta, açlık ve hastalık savaşın en sessiz silahlarına dönüşmektedir. Darfur’da, özellikle Masalit halkına yönelik saldırılar, uluslararası hukukta “soykırım” tanımıyla örtüşen bir vahşet düzeyine ulaşmıştır. Bu süreçte uluslararası toplumun tepkisi ise gecikmiş, cılız ve etkisiz olmuştur. Birleşmiş Milletler’in çağrıları, Afrika Birliği’nin diplomatik çabaları ve Batı dünyasının kınama açıklamaları, sahada akan kanı durdurmaya yetmemektedir.

Bu sessizlik, yalnızca siyasi bir pasiflik değil, ahlaki bir iflastır. Çünkü modern dünyanın en güçlü kurumları, “insan hakları” kavramını bir değer olmaktan çıkarıp, çıkar ilişkilerinin diline tercüme etmiştir. Sudan’da yaşananlar, aslında insanlığın vicdan haritasında açılan büyük bir boşluğu işaret etmektedir. Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Yemen’de ve şimdi Darfur’da yaşananların ortak noktası, zulmün küresel sistem içinde sıradanlaşması, mazlumun sesinin ise artık yankı bulmamasıdır.

TARİHSEL VE POLİTİK ARKA PLAN

Sudan’ın bugünkü çöküşü, bir sabah ansızın patlak vermiş bir iç savaşın sonucu değildir. Aksine, bu çöküş, yüz yılı aşkın bir süredir biriken sömürgeci müdahalelerin, zayıf devlet inşası çabalarının ve kimlik temelli ayrışmaların tortusudur. Modern Sudan devleti, 19. yüzyılın sonlarında İngiliz–Mısır ortak yönetimi altında kurulduğundan bu yana, hep dış güçlerin çizdiği sınırlar içinde var olmaya zorlanmıştır. Bu sınırlar, ne etnik ne kültürel ne de tarihsel gerçekliğe karşılık geliyordu; tam tersine, böl ve yönet mantığıyla inşa edilen bu yapı, ilerleyen yıllarda iç çatışmaların zeminini hazırlamıştır.

Bağımsızlığın ilan edildiği 1956 yılı, Sudan halkı için özgürlükten çok, yeni bir belirsizliğin başlangıcı oldu. Sömürge döneminden miras kalan idari yapılanma, kuzeyin lehine, güneyin ve batının aleyhine işleyen bir merkezîyetçilik üretti. Bu durum, ulusal bir kimliğin ortak paydada inşa edilmesini imkânsız kıldı. Devlet, bir ulusun değil, bir grubun çıkarlarını temsil eden bir........

© Haber7