menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Soykırımın Gölgesinde: Abraham Anlaşmaları

8 0
26.08.2025

2020 yılında Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan’ın İsrail ile diplomatik ilişkiler kurduğunu ilan ettiği Abraham Anlaşmaları, Ortadoğu tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak takdim edildi. Bu anlaşmalar, yalnızca diplomatik tanıma süreçleri değil; aynı zamanda güvenlik, ticaret, teknoloji ve istihbarat alanlarında kapsamlı iş birliklerini de içeriyordu. O dönemde ABD Başkanı Donald Trump’ın aktif arabuluculuğuyla şekillenen bu sürecin, “barışı” tesis edeceği iddia edilse de, bu barışın Filistin’in iradesi ve onayı dışında geliştiği açıktı.

Her ne kadar Batı basını bu adımları “cesur” ve “geleceğe dönük” olarak tanımlasa da, İslam dünyasının büyük bir kısmı bu normalleşmeyi bir ihanete eşdeğer gördü. Çünkü Filistin meselesi, İslam coğrafyasının sadece siyasal değil, aynı zamanda ahlaki ve manevi bir meselesiydi. 20. yüzyıl boyunca Arap-İsrail çatışmaları, İsrail’in toprak işgalleri ve yüz binlerce insanın mülteciye dönüşmesiyle şekillenmişti. Oslo Anlaşmalarından itibaren yaşanan her “barış süreci” ise, Filistinlilere verilen sözlerin tutulmaması ve İsrail’in yerleşim politikalarını daha da genişletmesiyle sonuçlanmıştı. Bu bağlamda Abraham Anlaşmaları, yalnızca Filistin davasından değil, tarihten, hafızadan ve adaletten de kopuş anlamına geliyordu.

İsrail’in 2020’deki bu diplomatik atağı, onun bölgedeki yalnızlığını kırmak ve özellikle İran tehdidine karşı Sünni Arap devletleriyle stratejik bir cephe kurmak amacını taşıyordu. Ne var ki, bu anlaşmalar aynı zamanda Batı destekli “yeni Ortadoğu düzeni”nin bir inşasıydı ve bu düzenin merkezinde Filistinliler değil, onların göz ardı edilmesi vardı.

Abraham Anlaşmaları, adını Hz. İbrahim’in ortak atası olduğu iddiasından alsa da, gerçekte bu adın arkasında politik hesaplar, ekonomik çıkarlar ve stratejik denklemler gizliydi. Bir yanda İsrail’in yüksek teknoloji ve savunma sanayiine erişmek isteyen Körfez rejimleri, diğer yanda Filistin’in yalnızlaşması pahasına ABD’ye sadakatlerini yeniden teyit etmek isteyen hükümetler vardı. Oysa Hz. İbrahim’in mirası; merhamet, adalet, tevazu ve zulme karşı durma üzerine kurulu bir birlik fikrini temsil ederdi. Bu bağlamda anlaşmanın adıyla içeriği arasındaki derin çelişki, bu sürecin en çarpıcı göstergelerinden biridir.

Bugün bu anlaşmaların kapsamı genişletilmek istenirken, Filistin’de yaşanan trajedi hiç olmadığı kadar derinleşmiş durumda. Dolayısıyla Abraham Anlaşmaları’nın bugünkü anlamı, sadece diplomatik bir açılım değil; aynı zamanda tarihsel bir yarılmanın, ahlaki bir çöküşün ve vicdani bir kırılmanın ifadesidir. Bu bağlamda anlaşmanın evrimini anlamak, sadece İsrail’in diplomatik manevralarını değil; aynı zamanda İslam dünyasının yaşadığı çelişkili dönüşümleri de çözümlemek açısından kritik bir başlangıç noktasıdır.

İsrail’in Motivasyonu: Neden Şimdi ve Neden Bu Kadar Israrlı?

Gazze’de sivillerin topluca hedef alındığı, yardım koridorlarının bombalandığı ve uluslararası hukuk normlarının açıkça ihlal edildiği bir dönemde, İsrail’in Arap ülkeleriyle normalleşme sürecini ilerletmek istemesi ilk bakışta çelişkili görünebilir. Ancak bu çelişki, İsrail’in hem iç siyasetinde hem de bölgesel stratejisinde merkezi bir yere sahiptir. Çünkü İsrail açısından Abraham Anlaşmaları'nın genişletilmesi, yalnızca diplomatik bir başarı değil; aynı zamanda varoluşsal bir güvenlik ve meşruiyet meselesidir.

Öncelikle, İsrail’in bu anlaşmaları bir güvenlik kalkanı olarak gördüğü açıktır. İran’ın artan etkisi,........

© Haber7