İran-İsrail ateşkesinin jeopolitiği
13 Haziran tarihinde İsrail ile İran arasında yaşanan ve kısa sürede ateşkesle sonuçlanan askeri çatışma, geleneksel savaş kavramlarını aşan bir stratejik kurgunun habercisidir. Burada karşımıza çıkan durum, yalnızca fiziksel anlamda bir çatışma değil; aynı zamanda algı inşasına dayalı kontrollü bir güvenlik senaryosudur. Taraflar, sınırlı ama yüksek etkili askeri hareketlilikle hem iç kamuoylarını konsolide etmeyi hem de uluslararası aktörleri belli çizgilerde pozisyon almaya zorlamayı hedeflemişlerdir.
Bu tür çatışmalar, literatürde giderek daha fazla karşılık bulan “kontrollü çatışma doktrini” kapsamında değerlendirilebilir. Bu doktrin, aktörlerin topyekûn bir savaş hedeflemeksizin, belirli politik veya diplomatik sonuçlar elde etmek üzere başlattıkları sınırlı askeri eylemleri ifade eder. İsrail’in, İran’ın nükleer altyapısına yönelik “cerrahi” saldırıları ve İran’ın El-Udeyd Hava Üssü’ne yönelik misillemesi, doğrudan sonuç alma amacından çok, mesaj verme işlevi taşımaktadır. Buradaki temel amaç; müzakere masasındaki konumunu güçlendirmek, caydırıcılık kapasitesini yeniden teyit etmek ve iç kamuoyuna kararlılık mesajı iletmektir.
Bu çatışma sürecinde özellikle medya kullanımı ve söylem mühendisliği dikkat çekicidir. İsrail Başbakanı Netanyahu, operasyonları “önleyici savunma hamlesi” olarak tanımlarken; İran dini lideri Hamaney, saldırılara karşılık verilmesini “İslami direnişin kararlılığı” olarak çerçevelemiştir. Her iki lider de gerçek anlamda askeri üstünlükten çok, toplumsal meşruiyeti yeniden üretmeye odaklanmıştır. Bu noktada çatışmalar, askeri alandan çok psikolojik alanda kazanılmak istenmiştir.
Nihayetinde, sınırlı zamanlı bu çatışma süreci, uluslararası toplum nezdinde "gerçek savaş" ile "kontrollü gerilim" arasındaki sınırın ne kadar bulanıklaştığını göstermektedir. Bu da bize, modern dönemde savaşın yalnızca sahada değil, ekranlarda ve diplomasi masalarında da yürütüldüğünü; hatta bu alanların çoğu zaman sıcak çatışmanın önüne geçtiğini hatırlatmaktadır.
Asimetrik Caydırıcılık: Katar Hava Üssü Saldırısının Şifreleri
İran’ın Katar’daki El-Udeyd ABD Hava Üssü’ne gerçekleştirdiği füze saldırısı, geleneksel savaş stratejilerinin ötesinde çok katmanlı bir mesaj içermektedir. Bu saldırı, doğrudan hedef aldığı askeri varlıktan ziyade, oluşturduğu jeopolitik etki alanı ve taşıdığı asimetrik caydırıcılık işleviyle dikkat çekmiştir. İran rejimi, İsrail ile yürüttüğü çatışmanın sınırlarını bir anda Körfez'e ve hatta küresel güvenlik yapılarına taşıyarak, denklemi yalnızca ikili bir hesaplaşma olmaktan çıkarmıştır.
El-Udeyd Üssü, ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük askeri platformudur ve Washington’un bölgeye dönük operasyonel kapasitesinin omurgasını oluşturur. İran’ın bu üsse füze göndermesi, askeri sonuçtan ziyade simgesel bir eşiği zorlamaya yöneliktir. Bu, doğrudan ABD'ye karşı yapılmış bir askeri hamle değil; bir uyarı, bir gözdağı ve aynı zamanda bir müzakere kartıdır. Bu saldırıdan sonra İran’ın açıklamaları “ABD ile doğrudan savaş istemiyoruz” çerçevesinde yapılandırılsa da, mesaj son derece netti: “Eğer baskıyı artırırsanız, elinizdeki bölgesel araçlar da güvenli değildir.”
Bu eylem aynı zamanda asimetrik caydırıcılığın tipik bir örneğidir. Konvansiyonel askeri güç dengelerinde dezavantajlı olan bir aktörün, simgesel değer taşıyan hedeflere sınırlı ama etkili saldırılarla psikolojik ve stratejik üstünlük sağlaması... İran burada doğrudan ABD ile çatışmaya girmeden, onu bölgedeki müttefikleri nezdinde zayıf göstermeyi ve İsrail üzerindeki Amerikan desteğini test etmeyi hedeflemiştir.
Saldırının yapıldığı yerin Katar........
© Haber7
