menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Doğu Akdeniz’de Sessiz Bir Dönüm Noktası: Türkiye-Libya Deniz Yetki Anlaşmasının Yeni Boyutları

13 0
17.06.2025

Doğu Akdeniz, tarih boyunca büyük güç mücadelelerine sahne olmuş, stratejik ve ekonomik değeri yüksek bir coğrafyadır. Bu kadim deniz havzası, sadece ticaret yollarının kavşağı değil, aynı zamanda kıyıdaş ülkelerin siyasi ve jeopolitik iddialarını somutlaştırdığı bir satıhtır. 21. yüzyılda bu mücadele, hidrokarbon kaynakları ve deniz yetki alanları üzerinden yeniden şekillenmektedir. Uluslararası hukukun farklı yorumlara açık yapısı, bölgedeki devletlerin hak ve menfaat arayışlarını daha da çetin hale getirmiştir.

Türkiye'nin 2019 yılında Libya'nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükûmeti (UMH) ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası, bu çerçevede kritik bir dönüm noktasıdır. Bu mutabakat, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı iddialarını somutlaştırmakla kalmamış, aynı zamanda bölgedeki enerji diplomasisinde yeni bir safhaya geçilmesine de öncülük etmiştir. Anlaşma, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) uluslararası platformlarda inşa etmeye çalıştığı “Maksimalist Deniz Yetki Alanları” söylemine karşı, uluslararası deniz hukukunun özüne dayanan bir itiraz olarak da değerlendirilebilir.

Yunanistan’ın Meis Adası üzerinden geniş bir deniz yetki alanı talep etmesi, Türkiye açısından hem hukuken hem de jeopolitik olarak kabul edilemez niteliktedir. Zira Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki ana kara kıyısı uzunluğu ile Meis gibi küçük ve ana karaya uzak bir adanın deniz yetki alanı iddiaları arasında ciddi bir orantısızlık söz konusudur. Bu bağlamda Türkiye, “adalara sınırsız deniz yetkisi verilemeyeceği” ilkesi çerçevesinde, kendi ana kara kıyılarının önceliğini esas alan bir yaklaşım benimsemektedir. Bu yaklaşım, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde (BMDHS) mutlak bir norm olmamakla birlikte, çeşitli uluslararası yargı kararlarında da destek bulmuştur.

Türkiye-Libya Mutabakatı’nın imzalanması sonrasında bölgesel ve küresel tepkiler gecikmemiştir. Başta Yunanistan ve Mısır olmak üzere bazı kıyıdaş ülkeler, bu mutabakatı kendi çıkarlarına aykırı bir gelişme olarak değerlendirmiş; Avrupa Birliği ve ABD gibi aktörler de tarafsızlık iddialarına rağmen politik pozisyonlar sergilemiştir. Bu tepkiler, Doğu Akdeniz’in sadece bölge ülkeleri arasında değil, küresel güçlerin de doğrudan nüfuz alanı kurmak istediği bir jeopolitik satranç tahtasına dönüştüğünü göstermektedir.

Türkiye’nin bu satıh üzerindeki kararlılığı ise geçmişin birikimine ve devlet aklının sürekliliğine dayanmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren denizcilik vizyonu geliştirmeye çalışan Türkiye, “Mavi Vatan” doktriniyle bu stratejiyi kurumsallaştırmış ve uluslararası hukuku arkasına alarak denizlerdeki meşru haklarını savunma iradesini açık biçimde ortaya koymuştur. Libya ile imzalanan mutabakat, bu bağlamda sadece teknik bir sınırlandırma anlaşması değil; aynı zamanda Doğu Akdeniz’de yeni bir jeopolitik denklem kurma iradesinin diplomatik zemine taşınmasıdır.

Bu itibarla, Türkiye-Libya mutabakatı, Doğu Akdeniz'deki güç mücadelesinin sadece bir parçası değil, aynı zamanda oyunun kurallarını değiştirme potansiyeli taşıyan bir adımdır. Türkiye’nin deniz yetki alanlarına dair iddiaları, sadece ulusal çıkarlar perspektifinden değil; bölgesel denge,........

© Haber7