İnsanın anavatanı ailesidir
Bazı kavramlar vardır ki bir tanıma sığmaz, adeta insana bir sığınak, bir mesken, bir ocak, bir mektep, bir vatan olur. Aile işte böyle bir kavramdır. İnsan, doğduğu evi unutabilir ve fakat çocukken sığındığı kucağı, başını yasladığı omzu, gözyaşını silen eli unutmaz. Aile; duvarlardan örülen bir ev olmaktan öte kalpten kurulan bir yuvadır. Tabelalara yazılan bir adres yerine, geçmişi taşıyan canlı bir hafızadır. Dört duvarla sınırlı bir yapıdan çok, hayatı besleyen köklü bir kaynaktır.
İnsanın hayatındaki en temel, en etkileyici ve en belirleyici dönem, çocukluk dönemidir. Onun içindir ki bu dönem anavatana benzetilir. Anavatan, bir insanın doğup büyüdüğü, kendini ait hissettiği, köklerinin bulunduğu yerdir. Bu vatan, sadece bir toprak parçası olarak görülmez; aynı zamanda insanın ruh ve zihin dünyasının temelinin atıldığı, kişilik ve kimlik kazandığı yerdir. Bu yüzden çocukluk, geçmişte kalmış bir zaman dilimi olmanın ötesinde insanın şuuraltında yaşayan ve onun düşüncelerini ve hislerini şekillendiren bir nevi iç vatandır.
Çocuk önce ailede sevilir, orada kendini değerli hisseder. Güven, şefkat, paylaşma, affetme, sabır, edep, iffet gibi erdemleri ilk kez o çatı altında tadar. Aynı şekilde, dua etmeyi, Allah’ın adını anmayı, secdeyi, ezanı, şükretmeyi; bir annenin merhamet ikliminde, bir babanın vakur duruşunda hisseder.
İnsanın hayata bakışı, değer yargıları, korkuları ve hayalleri büyük ölçüde çocuklukta şekillenir. Aile, insanın karakterinin yoğrulduğu ilk yuvadır. Anne babalar ahlaki erdemleri, sözden ziyade bakış, hâl ve davranışla öğreten ilk öğretmenlerdir.
Zihinler ve gönüller, çocuklukta alınan terbiye ve görülen davranışlarla şekillenir. Bu dönemde ihmal edilen bir şefkat, eksik bırakılan bir güven duygusu, hoyratça söylenen bir söz, şiddet içeren bir tavır yalnızca kişinin değil, toplumun geleceğini de yaralar. Çocukluğunu sevgiyle, huzurla, güvenle yaşayamadan büyüyen kişiler; öfke biriktirir, sevgiyi tanımadan hayata karışır, vicdan yerine boşlukla yaşar. İç dünyasında onarılmamış yaralar taşıyan fertlerin olduğu bir yapıda ise toplumsal barış kalıcı hâle gelemez. Bu sebeple çocukluk, geleceğin mayasının tutulduğu en kıymetli devredir. Bu hakikat, anne babalara, öğretmenlere ve rehberlik eden herkese; yarını düşünen bilinçli adımlar atma sorumluluğu yükler.
Bugün yeryüzünde huzuru arayan her insan, aslında çocukluğunun o sade sofrasına, annesinin sessiz duasına, babasının yorgun ama vakur bakışına özlem duyar; çünkü insanın en köklü duyguları, çocuklukta yeşerir ve o köklerin salındığı yerin adı çoğu zaman annedir, babadır, yuvadır. Köklerimiz oradadır, aidiyetimiz oradadır.
İnsan nereye giderse gitsin, hangi dili konuşursa konuşsun, kalbinin en derin yerinde hep ailesine döner; çünkü insanın anavatanı ailesidir.
VATANIN MAYASIDIR AİLE
Bir toprağın “vatan” oluşu, üzerinde yaşanan bir bölge olmaktan ziyade orada yoğrulan duygulardan, dökülen mübarek üç damladan kaynaklanır: ter, gözyaşı ve kan. Annelerin gözyaşı ve duası, babaların alın teri ve emeği, şehitlerin kanı ve fedakârlığı o toprağı mukaddes kılar. Böylece o toprak sadece bir yurt değil; hürriyetin, inancın ve sadakatin mührünü taşıyan bir emanete dönüşür.
“Vatan” ve “ana” kelimeleri bir araya geldiğinde sadece bir kavramsal birlik değil, derin bir ruh yakınlığı da oluşur. Ana nasıl sığınılacak bir limansa, vatan da öyledir. Ana nasıl koruyucuysa, vatan da bağrını açandır. Ana nasıl insanı köklerine bağlarsa, vatan da insanı kimliğine bağlar.
Bu bağın ilk düğümü ailedir. İnsan, annesinin sesiyle hayata uyanır, ilk adımını evde atar, ilk sözü orada söyler. Bu bağlamda anavatan; ana gibi şefkatli, sahip çıkan, barındıran bir yerdir; çünkü toprak da ana gibi kök verendir, doyurandır, koruyandır. Bir çocuğun gözünde vatan, ev gibidir. Ev ise annenin sesi, babanın nasihati, sofranın bereketidir. Bu hisler ailede mayalanır; zamanla millete ve vatana duyulan sadakate dönüşür. Anavatan yalnızca sınırlarla değil; annelerin yüreği, babaların vakar dolu bakışı ve çocukların neşesiyle şekillenir.
Her ev, anavatanın bir çekirdeğidir. Bu çekirdek ne kadar sağlam olursa, vatan da o kadar güçlü ve dirençli olur.
Kalbin bedenin merkezinde sessizce ama hayati bir görev üstlenmesi gibi aile de toplumun kalbidir. Tıpkı kalbin kanı bedenin her hücresine ulaştırması gibi ailede kazanılan değerler de toplumun her katmanına yayılır. Görünmeyebilir ama ruhu ve değerleri oradan besler. Ailede sevgi, edep, sadakat ve merhamet varsa bu duygular milletin hukukuna, vicdanına ve adaletine yansır.
Kalp hastalandığında bedenin zayıf düşmesi gibi aile çözülürse milleti bir arada tutan bağlar gevşer. Vatan, yalnızca sınır ihlalleriyle değil, ailedeki kopuşlarla da sarsılır; çünkü aile, ahlakın, kimliğin, kültürün ve inancın taşıyıcısıdır.
Aile aynı zamanda meskendir; yani yalnızca bir barınak değil, kalbin sekinete kavuştuğu, ruhun sükûna erdiği, insanın kendini emniyette hissettiği yerdir. Meskende mukim olan sadece bedenler değil, gönüllerdir. Orada suskunluk bile huzur verir, sessizlik bile anlam taşır.
Bugün huzuru arayan her insan, aslında çocukluğunun yuvasına, annesinin şefkatli kucağına, babasının vakur sessizliğine dönmek ister; çünkü özlenen, gürültüsüz bir güvenin, söze ihtiyaç duymayan bir aidiyetin yurdudur. Bu bakımdan aile, vatanın kalbidir ve o kalbin attığı her yerde, millet emniyet ve huzur içerisinde birlik ve dirlik halinde yaşar.
İLAHİ KUDRETİN TECELLİSİ: AİLE OLMAK
Kur’ân-ı Kerîm, ailenin sadece insani bir ihtiyaç değil, ilahi bir lütuf ve hikmetli bir düzen olduğunu bildirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kendileriyle huzur bulasınız diye sizin için kendi (cins)inizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Rum Suresi, 21)
Bu ayet-i kerime, aile olmanın sadece biyolojik bir ihtiyaç değil, aynı zamanda bir rahmet ilişkisi olduğuna işaret eder. Meveddet, eşler arasındaki yakınlığı ve bağlılığı beslerken merhamet, birlikte geçirilen zor zamanların yükünü hafifletir. Aile, bu yönüyle Cenab-ı Hakk’ın kudretine işaret eden en müşahhas yapılardan biridir.
İslam’a göre aile, yalnızca bir birliktelik değil, aynı zamanda bir terbiye ocağı, bir ahlak mektebi ve bir değer taşıyıcısıdır. Evlilikle kurulan bu birliktelik, zamanla kültürü, inancı ve erdemi yeni nesillere aktaran bir ocak hâline gelir. Ailedeki sevgi bağı, çocukların duygusal güvenliğini tesis eder; merhamet ve sadakat, karakterin sağlam temeller üzerinde inşa edilmesini sağlar.
Kur’an-ı Kerim’de başka bir ayet grubunda Cenab-ı Hakk hem kendi zatına kulluk etmeyi hem de aile bağlarını korumayı en yüce sorumluluklar arasında zikreder:
“Rabbin, sadece ve sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılığa erişirse, onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger ve şöyle dua et: ‘Ey Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, sen de onlara öylece merhamet et.’” (İsrâ Suresi, 23-24)
Cenab-ı Hakk’a kulluktan sonra en önemli bağın aile bağı olduğunu belirten bu ayet-i kerime, ailenin kutsallığını ve ebeveyne hürmet, hizmet ve nezaketin hem ibadet hem de birlik ve dirlik vesilesi olduğunu açıklar. Yaşlanan anne babaya karşı gösterilecek saygı, yalnızca bir nezaket değil, Rabbimizin emridir. Bu sorumluluğun ihmal edilmesi, insanın manevi ve ahlaki duyarlılığını zedeler.
Aile; şefkat, merhamet ve muhabbetle yoğrulan çocukların karakter mayasını oluşturur. O mayanın bozulması, değil bir çocuğun, bütün bir milletin ruh haritasının bozulması anlamına gelir.
AİLENİN TEMEL DİREKLERİ: ANNE VE BABA
Her sağlam yapının taşıyıcı sütunları olduğu gibi, her ailenin de temel direkleri vardır: anne ve baba. Onlar, hayatın yükünü birlikte taşır, çocuğun dünyasını birlikte inşa ederler.
Anne, insanın dünyaya gözünü açtığı andan itibaren şefkatin ve fedakârlığın ilk adıdır. Sadece besleyen değil; koruyan, yön veren bir rahmet kaynağıdır. Çocuk ilk sevgiyi, sükûnu ve dua dilini anneden öğrenir. Onun tebessümünde güven, dokunuşunda huzur vardır. Bakışı evladına yön olmuş bir rehberdir.
Bu yüzden Peygamber Efendimiz, “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihâd, 6) buyurmuştur. Bu hadis-i şerif, annenin emeğine, sabrına ve özverisine bir hürmettir. Anneyi gözetmek, cennete giden yolun ilk basamağıdır.
Baba, çatının koruyucusu ve yön vericisidir. Evi dış tehditlerden korur; iç huzuru ise adalet ve vakar ile inşa eder. Sadece geçim sağlayan değil, aynı zamanda davranışıyla ahlakı öğreten kişidir.
Peygamber Efendimiz, “Hiçbir baba, çocuğuna güzel ahlâktan daha değerli bir miras bırakmaz.” (Tirmizî, Birr, 33) buyurarak bu sorumluluğun büyüklüğüne işaret eder. Babasının vakarını gören çocuk, duruşunu da ondan alır. Ailesini maddi ve manevi olarak koruyan baba, cennetin orta kapısı olur. “Baba, cennetin orta kapısıdır.” (Tirmizî, Birr, 3) hadisi, bu rolün derinliğini vurgular.
Evlat için anne, ilk dua; baba, ilk kıbledir. Anne, gölgesine sığınılan bir şefkat ağacıysa baba, yönünü tayin eden sabit bir yıldızdır. Bu sebeple evlat, her iki rızayı da gözetmekle yükümlüdür. Cennete varmak isteyen, annenin izini sürerken babanın gölgesinde yürümelidir.
AİLE, MEDENİYETİN İLK MEKTEBİDİR
Bizim medeniyetimizde aile, insanın şahsiyetinin yoğrulduğu; sevgi, merhamet, adalet ve edep gibi değerlerin kök saldığı ilk okuldur. Medeniyet, binalarda değil; ev içlerinde, kalplerin şekillendiği mekânlarda başlar.
Aile, bilginin görgüyle buluştuğu, sevginin saygıyla yoğrulduğu, davranışın ahlakla anlam kazandığı bir mekteptir. Çocuk, iyi insan olmanın inceliklerini ilk kez aile ocağında yaşar. Her ev, yalnızca barınılan bir mekân olmakla kalmaz; vicdanın, karakterin ve şahsiyetin mayalandığı yerdir. Anne ve baba hem sığınak hem de örnektir. Çocuk, duyduklarından çok gördüklerini kalbine yazar. Tebessüm şefkatin dili olur, bakış sınırı gösterir, davranış ise ölçüyü öğretir.
Adaletli tutum hakkaniyet hissini, ikram ve fedakârlık ise cömertliği kazandırır. Sabır, özür dileme, affetme, helalleşme gibi erdemler evin içinde yaşandıkça çocuğun vicdanında yer bulur. Hasta bir büyüğe hizmet, yetime merhamet, komşuya ilgi gibi davranışlar, evde yaşanarak öğrenilir. Böylece çocuk, iyi insan olmayı ve daha da önemlisi iyi insan kalabilmeyi öğrenir.
Ailedeki her tutum, çocuğun toplumla kurduğu ilişkiyi belirler. Evdeki merhamet dışarıda nezakete, vefa büyüklerine hürmete dönüşür. Aile fertleri ve toplumun ahlaki yapısını inşa eder. Evde yaşatılan her erdem, toprağın bereketine dönüşür. Gönüllere yerleşen her iyi haslet, milletin vicdanında yankı bulur.
Günlük hayatın içinden süzülen sade ama etkili davranışlar, çocukların ruhuna derin izler bırakır. Selam vermek, sofrayı paylaşmak, büyüğe yer vermek, ekmeği bölüşmek, misafiri ağırlamak, hasta ziyareti, komşuya ikram… Her biri birer eğitim vesilesidir.
Ev, insanı şekillendirir; insan, hayatı inşa eder. Ahlaklı fertler, ahlaklı toplumları; adaletli nesiller, adaletli düzenleri doğurur. Her evde yaşatılan bir erdem, milletin hukukuna, sanatına, ticaretine yansır.
Bir anne sabırla evladını terbiye ettiğinde bir çocuk değil sadece, bir çağ da şekillenir. Bir baba alın teriyle ailesini doyurduğunda hakkı, hukuku, iffeti ve vakarı da sonraki nesillere aktarır. Ailede atılan küçük bir adım, zamanla medeniyetin kaderini belirleyecek bir yürüyüşe dönüşür.
Her büyük medeniyetin arkasında terbiyeli bir evlat, vakur bir baba, ferasetli bir anne vardır. Bizim medeniyetimizde her ev bir okuldur. Bu okulda yazılı bir müfredat yer almaz; fakat her an bir derstir. Aile, insanı yetiştiren ve insanlığı yoğuran mayanın taşındığı ilk ocaktır.
MENSUBİYET MESULİYETİ DOĞURUR
Aileye mensup olmak, sadece bir bağ kurmak anlamı taşımaz; aynı zamanda bir yükümlülük üstlenmektir. Her fert, bu yuvaya ait olmakla birlikte ona karşı sorumluluk taşır. Sevgiyle kurulmuş bu yapının devamı, mensubiyet bilinciyle mümkündür.
Anne, ailesinin merhamet kaynağıdır. Gönlünden taşan şefkatle yuvayı ısıtır. Onun mensubiyeti, sadece çocuk doğurmakla sınırlı kalmaz; sabırla, fedakârlıkla, duayla büyütülen hayatlara dönüşür.
Baba, evin........
© Haber7
