Laiklik bir hayat tarzımıdır?
Laiklik sınırları çizilmiş belli bir hayat tarzının zorunlu tercihi midir, yoksa insanlara istedikleri inanç ve hayat tarzını seçme hakkı tanıyan bir siyasî ve idarî düzenleme mi?
Seksenli yılların ortalarından itibaren gündeme düşüp Türk toplumunu çeyrek yüzyıl meşgul eden laiklik bağlamındaki tesettür, kamusal alan, irticâ tartışmaları çoğu zaman bu soru sorulmadan yapılmıştır. Daha doğrusu cevap, soru sorulmadan peşinen verilmiş ve laiklik onu savunanlarca batılı hayat tarzı ve modernizmin mütemmimi gibi algılanıp yansıtılmıştır. Avrupa tarihinde devlet, toplum ve din üçgenindeki çatışmayı bitirip uzlaşma sağlamak adına ortaya atılan laiklik, ülkemizde ise aynı üçgen üzerinde yaşanan çatışmanın fitilini ateşlemiştir. Kavram batıda taraflar arasında sağlanan konsensüsün ifadesi olarak sorun çözen bir mahiyete sahipken bizde taraflar arasındaki çatışmanın çıkış noktası hâline gelerek sorun üreten bir mekanizmaya dönüşmüştür. Bu tarihî paradoksun ortaya çıkmasındaki en önemli etkense bizdeki laiklik uygulamasının batı tipi laiklikten, özellikle de Anglosakson ülkelerindekinden çok farklı olması ve tarafsız olacağı yerde, belli bir hayat tarzını idealize ve icbar etme esası üzerine oturmasıdır. Tarafsızlığı temsil edecekken belli bir tarafın isim ve sembolü hâline dönüşmesidir.
Hâlbuki kavram olarak laiklik hiçbir hayat tarzına ve dünya görüşüne vurgu yapmaz, onu kutsamaz veya ona az da olsa diğer inanç ve yaşam alanlarına göre bir öncelik veya üstünlük tanımaz. Devleti temsil eden cumhurbaşkanının nasıl bütün siyasî partilere eşit mesafede durması gerekirse, laikliği benimseyen bir devletin de toplumdaki bütün din ve inançlara karşı aynı tutumu benimsemesi gerekir. Bu bağlamda lâiklik bir İslâm ülkesinde bile uygulanıyor olsa, İslâmiyet’e, Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer dinlerden daha yakın duramaz. Doksanlı yıllarda bir siyasî partinin sürekli olarak tekrarladığı “inançlara saygılı laiklik” söylemi de teorik açıdan yanlış bir zemine oturmaktadır. Söylemde zımnî bir eleştiri olup süregelen uygulamaların inançlara saygısız bir zeminde seyrettiği vurgusuna sahiptir. Bu noktadan hareketle o siyasî parti farkında bile olmadan “inançlara saygılı laiklik” söylemini benimsemiştir. Laiklik herhangi bir din, inanç ve onun belirleyeceği hayat tarzına karşı saygısız olamayacağı gibi, tarafsızlığı icabı saygılı da olamaz. O, bütün inançlara ve onların tabiî bir tezahürü olan hayat tarzlarına karşı bir tür nötr olma durumunu yani tarafsız olma hâlini ifade eder. Türkiye’de ise yıllar boyunca batılı hayat tarzı hep laiklikle birlikte anılarak kavram alenen belli bir tarafın simgesi olarak lanse edilmiştir.
Hattâ bu çerçevede Tanzimat alafrangalığını benimsemiş endişeli modernlerin oluşturduğu sosyal kategori tanımlanırken “laik kesim” tabiri kullanılmıştır. Yine bu tabir de laikliğin teorik çerçevesine aykırı düşen bir mantığın uzantısıdır. Bütün inanç alanlarıyla toplum kesimlerinin dışında ve hepsine aynı mesafede........
© Haber Vakti
