“Tüm Ömrünü Mutsuz Geçirmiş Midir?”
Ahhh Macit Bey, ömrünüzün son demlerinde neden bunca yıl mutsuz olduğunuzu ve çocuklarınıza sevgi veremediğinizi fark edemediniz ki?
Filmi ilk izlediğimde bu duyguyla baş başa kaldım ve Macit Bey’e çok üzüldüm. Çünkü çok yalnızdı ama yalnız olamayacak kadar maddi-manevi zengin bir hayatı vardı ama göremedi, eşinin ölümüyle birlikte sistemi bozuldu ve kaldı öylece bir başına…
Film paranın satın alamayacağı şeyleri görmek açısından çok önemli, üstelik paran varken de mutsuz olunabilirmiş durumunu gözler önüne sermesi açısından da hayat dersi niteliğinde. Para biriktirmenin değil, insan, dolayısıyla sevgi biriktirmenin yaşamak için değerli olduğunu ince ince, sade ve derinlikli bir anlatımla üstelik de ironiyle anlatıyor diyebilirim.
Sinan Kesova’nın yönetmenliğini üstlendiği ve Arda Ekşigil ile birlikte kaleme aldığı ‘Büyük Kuşatma’ geçtiğimiz yıl İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’ne layık görüldü, ben de filmi o zaman izlemiştim. Sonrasında 35. Ankara Film Festivali’nde SİYAD En İyi Film Ödülü’ne layık görülen ‘Büyük Kuşatma’, Alp Öyken’e En İyi Erkek Oyuncu, Natali Yeres’e ise En İyi Sanat Yönetmeni ödüllerini kazandırdı. Film, Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde ise “Yeni Bir Kurgucu” ödülünün sahibi oldu. Oyuncu kadrosunda Alp Öyken, Dolunay Soysert, Yiğit Sertdemir, Asiye Dinçsoy, Samal Yeslyamova, Tarık Papuççuoğlu ve Eraslan Sağlam’ın yer aldığı Büyük Kuşatma filmi şimdi Mubi’de. Bu filmi mutlaka izlemenizi istediğim için filmi yönetmeni ve senaristi Sinan Kesova ile konuştum.
‘Büyük Kuşatma’ filminin yolculuğu dijital platform MUBI ile devam ediyor. Festivallerle başlayan, bugüne gelinen yolculukta filminizden memnun musunuz, bu kadar çok ilgi göreceğini ve ödüllendirileceğini yola çıkarken hayal etmiş miydiniz?
Büyük ölçüde memnun olduğumu söyleyebilirim. Büyük Kuşatma’da da olduğu gibi, Türkiye’de bağımsız diye nitelendirdiğimiz filmlerin prodüksiyonel şartları bir dizi feragati beraberinde getiriyor ister istemez. Ama bu biraz da film yapmanın doğasında olan bir durum; dolayısıyla hazırlıksız olduğum(uz) bir durum değil. İtiraf etmek gerekir ki, Türkiye’deki sinemacılar — örneğin Doğu Avrupa’daki meslektaşlarına kıyasla bile — bu anlamda daha zorlu koşullarla başa çıkmak zorunda kalıyor. Biraz talihsiz bir coğrafyada film üretmeye çalışıyoruz diyebilirim. İlgi ve ödül konusuna gelince… Elbette film yaptığınız zaman bunu evde eş dostla izlemek için yapmıyorsunuz, aksine filmin olabildiğince geniş bir kitleye ulaşmasını istersiniz. Dolayısıyla, belli festivallere seçilebilmek, keza festivallerden yeri geldiğinde bir ödül alabilmek bu doğrultuda çok önemli katkı niteliği taşıyan hususlar.
Filmin yola çıkış fikri nedir, konusu nasıl ortaya çıktı?
Spesifik bir çıkış noktamız yoktu. Bu da senaryo sürecini bizim için oldukça zorlaştıran bir durumdu. Hal böyle olunca da, filmin diğer senaristi Arda Ekşigil ile beraber kendimize birtakım kısıtlar koyarak ilerleyebilmemizin daha kolay olacağı konusunda mutabık olduk ve o şekilde ilerledik: İstanbul’da geçmesi, seküler ve burjuva bir yaşam tarzını odağına alması, musiki dünyası ile temas etmesi gibi hususlarda karar kıldık. Sonrasında ise müşterek ilgi alanlarımızdan, İstanbul’a ve hayata dair bizi cezbeden insan profillerinden, mekânlardan ve durumlardan yola çıkarak hikâyeyi adım adım inşa ettik. Senaryo, bu temas noktaları etrafında şekillenen organik bir sürecin ürünü oldu diyebilirim.
“Türkiye “başkanların”, “müdürlerin” ülkesi…”
Zirvedeki yalnızlık duygusunu filminizde adeta resmetmişsiniz. Kariyer odaklı dolayısıyla egosuyla yaşayan bir yaşlı adamın portresi çok etkileyici… Bu adam kim, siz bu adamı yazarken kimlerden ilham aldınız, bu adamlardan çevremizde çok var mı?
Herhangi bir karakteri ele........
© Gazete Pencere
