menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Sonbahar’dan ‘Karanlık Gece’ye uzandık!

11 0
25.05.2025

Bağımsız sinemanın ödüllü yapım şirketi Nar Film 16. yılına özel hazırlanan “Nar Film 15 1” seçkisi ile dünden bugüne bütün arşivini Kadıköy Sineması’nda düzenlenen film gösterimleri ve söyleşilerle kutladı. Özcan Alper klasiği “Sonbahar” filmiyle başlayan seçkide Nar Film’in içinde bulunduğu bütün yapımlar yeniden sinemaseverler ile buluştu.

Seçkide ayrıca, Özcan Alper’in “Gelecek Uzun Sürer” (2011), “Rüzgarın Hatıraları” (2015), “Karanlık Gece” (2022), “Aşıklar Bayramı” (2022 adlı filmlerinin yanı sıra, Kıvanç Sezer’in “Babamın Kanatları” (2016), Barış Hancıoğulları’nın “Yeniden Leyla” (2020), Orhan Eskiköy ile Özgür Doğan’ın “İki Dil, Bir Bavul” (2008), Lusin Dink’in “Saroyan Ülkesi” (2013) ve Hüseyin Tabak’ın “Çirkin Kral’ın Efsanesi” (2017) adlı filmleri de gösterildi. Seçkinin bir sürprizi de Özcan Alper’in 2025 yapımı belgeseli “Bölük Pörçük – Bir Tuncel Kurtiz Biyografisi” oldu. Film ekiplerinin de katıldığı gösterimlerde duygusal anlar yaşadım, geçmişten bugüne ne kadar değerli yapımlar yarattıklarına bir kez daha şahit oldum. Sinemasını çok sevdiğim Özcan Alper ve yapımcısı Soner Alper ile Nar Film’e, sinema yolculuklarına dair konuştum.

Nar Film’in 15 artı 1 yıl dönümü hayırlı olsun. Bu fikir nasıl ortaya çıktı, neden 15 1?

Özcan Alper: Geçen sene aslında 15. yılımızı kutlasak mı olduk çünkü gerçekten ‘Sonbahar’dan ‘Karanlık Gece’ye uzun bir yolculuk. Türkiye'de bağımsız film yapan bir şirket olarak 15 yıl ayakta kalma fikriyle yola çıktık. Elbette bir sürü şirket var ama Kadıköy’de kurulan ender film şirketlerinden biriydik. Taksim'den Kadıköy’e taşındığımız zaman herkes “Kadıköy'de film şirketi mi olur” diyerek espri yapıyordu. Ben de dalga geçiyordum; “Her gün Taksim’de olunca Türkan Şoray ve Şener Şen ofise mi gelecek?” diyordum.

“Memlekette gündem hiç bitmiyor, bir türlü 15. yılımızı kutlayamadık”

Hahahaa… Her gün Yeşilçam Sokağı’nda oturup beklermişsiniz… : ))

Özcan Alper: Memlekette gündem hiç bitmiyor bu yüzden bir türlü 15. yılımızı kutlayamadık. Hep aklımızda olan bir şeydi ama depremler, siyasi depremler derken ülkedeki karışıklıklar hiç bitmedi. Sonra neden 16. yılımızı kutlamıyoruz dedik 15 1 olmasına karar verdik, o zorluğu da hissettiren bir tanımlama oldu. Önce İzlem Oktay’ın önerisiyle Atlas’ta gösterimler yapmayı planladık sonrasında planlar Kadıköy Sineması’na geçti. Neticede bizim için anlamı da var, çünkü Kadıköy’de kurulan bir şirketiz ve Kadıköy Sineması’nın ayakta kalması bizi mutlu eden önemli bir yer.

Soner Alper: Aslında İzlem’in bizi motive ettiği ve destek verdiği, hatta hızlandırdığı bir durum oldu. Böylece Nar Film olarak aklımızda olan bir şey, etkinlik olarak hayata geçti.

Nasıl bir program oluşturdunuz peki?

Soner Alper: Gösterimler Kadıköy Sineması'nda oluyor. Bütün filmlerimizin olduğu aynı zamanda ortak olduğumuz filmlerin de programın içinde bulunduğu bütün bir seçki var. Netflix için yaptığımız ‘Aşıklar Bayramı’ ilk kez perdede gösterilecek. Özcan’ın ilk filmi Sonbahar’dan itibaren en son yaptığımız Tuncel Kurtiz belgeseline kadar hayata geçirdiğimiz bütün filmler gösteriliyor. ‘Yeniden Leyla’ gibi ortak yapımcısı olduğumuz, Türkiye dağıtım haklarını aldığımız Yılmaz Güney belgeseli gibi filmlerle beraber onun dışında dağıtım sürecinde destek olduğumuz ‘İki Dil Bir Bavul’ gibi önemli filmler de var programın içinde.

Özcan Alper: ‘İki Dil Bir Bavul’ Türkiye'de kimsenin ana dilde eğitim meselesinin ne kadar elzem olduğunu çok bilmediği bir dönemde gösterilmiş ve çok ses getirmişti. Ana dilde eğitimin sadece politik bir tartışma değil, aslında bir çocuk açısından özellikle ana dili Türkçe olmayan bir çocuk için nasıl hayati bir önemi olduğunu, hayatı boyunca çocuğun hayatında ne kadar büyük travmalara yol açtığını anlatan çok önemli ve hiç eskimeyen bir film bence. Bugün de halen daha ana dil meselesi sorunsal olarak önümüzde duran en temel insan hakları meselelerinden biri. Hatta gösterime girdiği dönem Türkiye'nin en büyük sendika konfederasyonlarından biri olan KESK’in içerisindeki en örgütlü kitleyi oluşturan Eğitim-Sen bu tartışma -ana dilde eğitim meselesi- nedeniyle bölünmüştü. Film aslında sadece ana dili Türkçe olmayan çocukların değil, batılı ve o dilde bir kelime dahi bilmeyen bir genç öğretmenin yaşadıklarını da tarafsızca anlatabiliyordu.

Sinemanın da ne kadar etkili ve güçlü olduğunu gösteren bir durum olmuş değil mi?

Özcan Alper: Aynen öyle. Biz de o dönem insanlara bu meseleyi uzun uzun anlatmamıza gerek yok, gidin bu filmi izleyin ya da izletin diyorduk. Küçücük bir vicdanı olan insanın bu filmi izleyip de etkilenmemesi mümkün değil. Bir gösterim modelinin bir sonucu olarak belgeselin o dönem 100 bin izlenmesi güzel bir sonuçtu.

Sizin yaptığınız ve destek olduğunuz filmlere baktığımızda üslubunuz, tarzınız, derdiniz ne ve hangi filmlere “Evet biz bunu yaparız” diyorsunuz? Neye göre seçiyorsunuz projeleri?

Soner Alper: Genelde projelere, filmlere başlarken ticari kaygılarla yaklaştığımız olmuyor.

Özcan Alper'in kendi sineması var, orası zaten politik duruşu olan bir taraf. Nar Film olarak Özcan Alper aynı zamanda şirketin ortağı. Ben ve bunun dışında bizim bir ortağımız daha var Ersin Çelik. Nar Film kurucuları olarak üç ortağız. Projelerin yapımcısı olarak benim filmlere biraz daha ticari kaygıyla yaklaşmam lazım ki bunu zaman zaman ortağımız Ersin ve ben yapmaya da çalışıyoruz. Ancak tabii ki esas olarak derdi ve meselesi olan filmler yapmak her zaman önceliğimiz oluyor.

Bu noktada en çok zorlanan sensin tabii.

Soner Alper: Mesela en son yıllarca süren Akbelen direnişiyle ilgili bir belgesel projesinin ortak yapımcısı olmaya karar verdik. Aslında bir yönüyle de insanlar yaptığımız filmlere bakınca bir şekilde daha çok böyle projelerle yollarımız kesişiyor diyebiliriz… Biz de, bu tarz projelere, filmlere mutlaka yapılması gerektiği yönünde baktığımız için, biraz duygusal olarak da bakıyoruz.

Özcan Alper: Benim filmlerim dışındaki diğer filmlere baktığımızda onlar da derdi olan filmler. Şöyle diyoruz aslında biz; Türkiye'de gerçekten sinema perdesinde görmek istediğimiz hikâyeleri yapmak ve böyle hikayelerin daha çok hayat bulmasını istiyoruz. Çünkü sinema perdesi dediğin şey de bir iktidar alanı. Bizim aslında o iktidar alanında da bir şekilde, bazı şeyleri kırmak ve başka türlü bir hafıza yaratma derdimiz var. Aslında içinde olduğumuz filmlere baktığımızda mesela ‘Saroyan Ülkesi’ yersiz yurtsuz, memleketini terk etmiş bir yazarın ev arayışı. ‘İki Dil Bir Bavul’ bu memleketin en önemli meselelerinden birini anlatıyor. Yılmaz Güney belgeseli de Türkiye sinemasında Kürt olan birinin yıllar sonra Kürt ve Avrupa'da büyümüş bir gencin onun peşine düşme hikâyesi. Kıvanç Sezer’in ‘Babamın Kanatları’ o da çok değerli bir ilk film, örnek bir film; Türkiye'de görünmeyen, ama bugünkü Türkiye ekonomisinin üzerine yaslandığı inşaat işçilerini merkezine alıyor. Hem sınıfsal anlamda hem de etnik kimlik olarak yok sayılan görünmez hayaletler gibi olan ama yaşadığımız evleri, şehirleri yapan, çoğu zaman da hayatlarını ortaya koymak zorunda kalan, çalışan sınıfı merkezine alıyor. O sınıf içerisinde bile en alt tabakada, en görünmeyen, çalışan bir sınıf tabakasını görüyor. Sesini duyurmaya çalışan insanların sesi oluyor. Biz de esasen böyle filmler ve böyle hikâyeler peşindeyiz. John Berger'in dediği gibi; sanat ya da edebiyat ne diyeceksek aslında çoğunluğun değil, sesi duyulmayanın sesi olmalı… Soner'in dediği gibi aslında hem kendi geçmişimiz, hem sınıfsal, hem kimlik........

© Gazete Pencere