menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ahlaksızlık bulaşıcı bir hastalıktır

27 0
24.08.2025

Geçenlerde Pencere Pazar’da bugüne kadar yazdığım yazılara şöyle bir göz attım. Fark ettim ki tamamına yakını ahlakla ilişkili. Öyle ya, insanı, toplumu hele de politikayı konu ediyorsanız, ister istemez etiğin alanındasınız, bir başka deyişle ahlaktan söz ediyorsunuz demektir. Yine de bazı yazılarda ahlak kavramını doğrudan merkeze koymuşum. Başlıktan da anlayacağınız üzere, bu yazı da onlardan biri olacak.

AHLAKIN İŞLEVİ

Ahlak, doğası gereği en az iki öznenin varlığına ihtiyaç duyar. Öyle tek başınıza, bireysel olarak işletebileceğiniz bir normlar bütünü değildir. Çünkü ahlak, ‘ben’in ‘başkası’na karşı sorumluluğuyla başlar.

Şüphesiz bireylerin benimsedikleri ve uyguladıkları ahlaki değerler vardır. Hatta bireyi eylemlerine bakarak ahlaken değerlendiririz. Ancak ahlaki değerlerden sorumlu tutulabilmeleri için en az bir başka kişiyle ilişkide olmaları gerekir. Yalan söylememek, çalmamak ya da öldürmemek gibi ahlaki normlar ancak karşınızda bir başkası olduğunda işlevsel olabilir. Tek başınıza, tamamen izole olduğunuz bir ortamda kime yalan söyleyebilir, kimin malını çalabilir ya da kimi öldürebilirsiniz? İşte tam da bu yüzden ahlak, pratikte bireylerin eylemleriyle ilgili olsa da etkisi bakımından toplumsaldır. Toplumsal olması nedeniyle de zorunlu olarak politik bir kavramdır.

Ahlakı, eylemlerimizi ‘iyi’ ve ‘kötü’ diye niteleyen normlar bütünü olarak tanımlarsak işlevinin de bireyler arasındaki ilişkileri düzenlemek olduğunu söyleyebiliriz. Daha büyük ölçekte de toplumsal düzeni mümkün kılan en önemli unsurdur. Ahlakın varlığı ve işler olması düzeni sağlıyor. Peki ya yokluğu?

AHLAKSIZLIĞIN ETKİSİ

Bu hafta çok değerli bir bilim insanı olan Prof. Dr. İsmail Cinel ile tanıştım. Çoğumuz onu Covid-19 pandemisi sırasında televizyonlarda yaptığı önemli açıklamalardan tanıyoruz. İsmail Hoca, annemin yaşadığı sağlık sorunuyla ilgili beni bilgilendirirken ilginç bir örnek kullandı. Hoca, verdiği bu örnekle annemin hastalığının nedenlerini çok net anlamamı sağladı ama aynı zamanda ilginç bir şekilde bu yazının da önemli bir bölümüne ilham oldu.

Örnek aslında fiziksel bir travma (bir doku veya organın yapısını, biçimini bozan ve dıştan mekanik bir tepki sonucu oluşan yerel yara, örselenme) üzerineydi ama bence aynı zamanda ahlaksızlığın bir toplumda nasıl yer edebileceğine hatta yayılabileceğine dair harika bir metafordu. Dedi ki “Parmağının kapıya sıkıştığını düşün. Bu, o bölgede bir travmaya neden olur. Eğer müdahale edilmezse oluşan bu yara mikroplara (virüs, bakteri ya da mantarlar) davetiye çıkarır. Gelip oraya yerleşmeleri ve o bölgeyi daha da hasta etmeleri için çok elverişli bir ortam hazırlar.” Fiziksel bir travmanın yarattığı sonuçlar, toplumsal travmaların yarattığı sonuçlara ancak bu kadar benzeyebilir.

Birisi kendisi için haksız çıkar elde ettiğinde aslında bir başkasının hakkına tecavüz etmiş olur. Orada yaratılmış olan adaletsizlik gerçek hak sahibinde bir travma yaratır. Basit, hepimizin aşina olduğu bir kavramdan bahsedelim. Kayırmacılık, amiyane tabirle torpil… Hak ettiği halde işe alınmayan ya da atanmayan kişileri düşünün. Kendisinin yerine mülakat ve benzeri yöntemlerle hak etmeyen bir kişinin işe alınması o kişide bir travma yaratmaz mı? Hakkı elinden........

© Gazete Pencere