Asıl savaş sınıfta verilmeli: Özgürlük Yazarları
Tülin Tankut
Bir önceki yazının konusu, “kendiyle barışık olmak”tan ne anlıyoruz, sorusuna yanıtaramaktı. Bu yazı da onun devamı niteliğinde “kendi olmak”, kişinin kendi kararlarını alabilmesidir, gibi popüler bir deyimi güncelliğiyle sınırlı tutup bir film üzerinden irdeleme denemesi olarak okunabilir.
Gözlemlerimize dayanarak “dışlanmak” kavramından başlayalım. Örneğin seçimlerin arifesindeki kararsız seçmenlerin haleti ruhiyesini gerçeğe en yakın biçimiyle
“dışlanmak”tan kaçınmak diye açıklayabiliriz. Toplumun pek tutmadığı bir siyasi partiye oy vermek ve onun lehine uluorta fikir beyan etmek, belli ki yalnızlık ve içe kapanmayla sonuçlanacaktır. Düşünceleri, çoğunluğunkine uymayan bu yüzden de susmayı tercih eden , dahası aile büyüklerinin yolunu izlemekten şaşmayan seçmenler – kadınlar, gençler – çoğunluktadır, diyebiliriz. Aile içi uyum kuşkusuz aile bireylerini hoşnut eder. Genelde yetişkinlerin her hangi bir konuda karar verirken büyüklerinin etkisi altında kalmaları , yine dışlanma korkusundan kaynaklanmış olmalıdır. Meslek ve eş seçiminden nişan, düğün, ikamet edilecek semt ve ev, doğacak çocuğun isim seçimine kadar daha pek çok konuda aile büyüklerinin kuşkusuz iyi niyetle ama yaşamımıza karışmayı kendilerine hak dahası görev bildikleri için nasıl ısrarcı olduklarını hatırlayalım.( İnanmayan yerli televizyon dizilerine baksın!)
Yetiştirilme hatası, yüzyıl öncesinin feodal kalıntılarıyla mücadele etmeyi henüz sona erdirememiş olan toplumumuzda bu gidişle hâlâ süreceğe benzer. (Hoş, günümüzde farklı nedenlerden olsa da bu dertten kurtulmuş örnek alınacak bir ülke yok gibi.) Geçmişin baskıcı geleneklerini sürdüren aileler, günümüzün aşırı koruyucu ebeveynleri, bilmeden çocuklarına kötülük ediyorlar. Evli çiftlerin anlaşmazlıklarında ebeveynlerin her şeye karışmaları rol oynamıyor mu? Annelerin, oğullarına olan düşkünlüklerinin erkeğin sorumluluk almaktan kaçınmasında hiç mi rolü yok? Bu konuda medya masum mu? Kentlerde, gelin- kaynana çatışması, çağdaş toplumun koşulları gereği sönümlenirken ana akım medyanın gündüz programlarında, bu sun’i çatışma reyting kaygısıyla köpürtülüyor.
Çocuğun davranışlarını doğru algılayamamak ona yapılacak en büyük kötülüktür. Bu konuda yapılan yanlışlığı iki kurumsal yapı, aile ve okul birlikte paylaşırlar. İşte “Özgür Yazarlar” filminde ; beterin beteri, yoksullukları yetmiyormuş gibi kültürel ayrımcılık yüzünden topluma uyum sağlamaları engellenmiş yeni yetmelerde yaşam sevinci bırakmayan sistemin eğitim politikaları eleştiriliyor.
Yönetmenliğini Richard Lagravenese’nin yaptığı 2007 ABD yapımı film, tuhaf bir girişle başlar. 1992, Kaliforniya, Los Angeles, yangın… Ekranda “Adalet yoksa barış da yok sloganı” Sokaklarda ırkçı çete savaşları. Siyahi, Asyalı, Latin, melez; kendi Amerika’sını korumak için savaş halinde, kıyasıya dövüşüyorlar. Herkes her an sokakta vurulabilir, öylesine bir keşmekeş. Eva adlı küçük kızın gözünün önünde bir genç öldürülüyor ama beyaz polisler katili yakalayamayınca misilleme için kızın babasını karakola götürüyor. Bir sonraki sahne, sinemada koltuklarına oturmuş astronot başlıklı robotlar, mısır patlağı atıştırıyorlar.
Derken (Eva’nın günlüğünden) Long Beach, 1994, Wilson Lisesi. Genç öğretmen Ms Erin Gruwell’in okuldaki ilk dersi. Karma........
© Gazete Manifesto
