menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Karşıtlıklar ve teknoloji

6 0
01.12.2025

Kavramlar birbirinin tersiyle varlıklarını daha belirgin hale getirir. Tıpkı beyazın yanında siyahın daha görünür olması gibi. Karşıtlık olarak düşündüğümüz şeyler çoğu zaman birbirini çağrıştırır. İyi/kötü, varlık/yokluk, gece gündüz gibi. Kavramlar birbirinin zıddıyla aynı anda dile getirilmese de birbirinin tersi kavramlardan birini duyduğumuzda diğerini hatırlarız. Hatta bunu hafıza tekniklerinden biri olarak kullanırız. Eğitim öğretimde de yerini almıştır, özellikle kelime dağarcığını geliştiriyorsanız. Ne yazık ki her kavramın zıddı yoktur; mesela fikir, telefon, sanat, müzik… Bunların karşısına emanet kavramlar koyarak anlatmaya çalışırız. Hal böyle olunca da bazı kavramları anlatmak, bir hayli zor. Teknolojinin de zıt kavram olarak tam karşıtı yoktur. Belki de o yüzden üzerinde somut olarak akıl yürütemiyor, başımıza örebileceği çorapları göremiyoruz. Bazı filozoflar düşünme tekniği olarak teknolojinin karşısına doğa, doğallık, ilkellik, geleneksellik, ruhsallık, basitlik gibi kavramları koymuştur. Bu filozoflar modern teknolojiyi insanın iç dünyasını, anlam arayışını ve onun manevi yönünü yok eden bir güç olarak değerlendirirler. Özellikle Martin Heidegger ve Walter Benjamin. Onlar için teknoloji sadece araçsal olmaktan öteye geçmiştir. Artık insanın var oluşuna el uzatmış ve onun ruhsallığını öldürmeye başlamış, kültürel derinliğini yavaş yavaş ele geçirmiştir.

Sadece filozoflar değil birçok yazar da değinmiş bu konuya: “Jacques Ellul (1912–1994) ‘The Technological Society’ adlı eserinde teknolojinin kendi mantığıyla ilerlediğini, insan kontrolünden çıktığını savunur. Ona göre teknoloji, özgürlüğü ve ruhsal değerleri tehdit eder. Günther Anders (1902–1992) ‘The Obsolescence of Man’ kitabında teknolojinin insanın ruhsal kapasitesini aştığını ve insanı “hazırlıksız” bıraktığını söyler. Özellikle nükleer çağda teknolojinin yarattığı tehlikelere dikkat çeker. Neil Postman (1931–2003) ‘Technopoly ve Amusing Ourselves to Death’ kitaplarında teknolojinin kültürü ve eğitimi yüzeyselleştirdiğini, ruhsal ve entelektüel derinliği yok ettiğini savunur. Gerd Leonhard (1961– ) ‘Technology vs. Humanity’ kitabında insan ile makine arasındaki çatışmayı tartışır. Daha insani bir gelecek için teknolojinin sınırlandırılması gerektiğini vurgular.” Ayıp olmasın diye kitapların orijinal isimlerini aldım buraya. Bazılarının Türkçeye çevrilmiş yapıtları var.

Bizde, özellikle Türk edebiyatında teknolojiye doğrudan karşıt bir tavır göremezsiniz, böyle bir akım henüz icat edilmedi; ancak bazı yazarlarımız modernleşmenin ve teknolojinin insan ruhuna ve doğaya verdiği tahribatı gözler önüne sererek, bu iki kavramın toplumsal değerlerimizi zedelediğini vurgulamışlardır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, İsmet Özel, Sezai Karakoç, Abbas Sayar. Tanpınar’ın “Beş Şehir” ve “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”, teknoloji sayesinde insanların nasıl kendine ve değerlerine yabancılaştığını çok güzel anlatır. Onun zaman kavramına ne kadar önem verdiğini biliyoruz. Ona göre zamanın ruhunu ve insanın zamana bakışını zedeleyen bir eldir teknoloji. Ancak kültürel değerlerimize sahip çıkarak teknolojinin olumsuz etkilerinden kurtulabileceğimizi vurgular. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar”da toplumun artık bir makine haline gelmesini, böyle bir topluma sıkışmış bireyin de teknolojinin getirdiği bürokrasi içinde kaybolmasını anlatır. İsmet Özel daha doğrudan söyler söyleyeceğini, şiirlerinde teknolojiyi “ruhsal yozlaşma”nın kaynağı olarak gösterir. Sezai Karakoç, teknolojinin insanı kendi özünden, hakiki varoluşundan uzaklaştırdığını anlatır. Abbas Sayar teknoloji karşısında doğayı, insan-hayvan ilişkisini savunur. Onun “Yılkı Atı”nı okuyanın tarafı bellidir. Yine de bu yazarlar doğrudan düşman kesilmezler teknolojiye; ama onun getirdiği ruhsal yıkımı da görmezden gelmezler. İnsanın doğadan kopuşunu yadırgatırlar. Refik Halid Karay’ın “Deli” adlı eserini okurken aynı tavrı onda da görünce çok şaşırdım; çünkü böyle bir yaklaşımı olduğunu bilmiyordum. Başında bir tane kısa tiyatro oyunu, devamında anıların yer aldığı bu kitap her şekilde okunabilir; ama nedense benim dikkatimi teknolojiyle ilgili öngörülerin yer aldığı yerler çekti. Kitabın ilk kez 1929 yılında basıldığını ve ondan önce “Vahdet” gazetesinde tefrika edildiğini de göz ardı etmeyelim. Gelelim kitapta büyük alaycılıkla ele alınan, teknoperestleri yeren kısımlara…En iyisi doğrudan alıntılamak:

“Bunları sakın yollarda, şoseler üstünde gitmek için icat edildi sanma. Bunlarla göğe çıkılacak…Tecrübeleri yapıldı, araba birden dikine olarak iki yüz kilometre yükselebildi.” “Hele şu mektuba bak, ne anlıyorsun? Hiç… El yazısıyla yazılmış, imzalı bir ticaret mektubu! Evet, öyle…Fakat bilmelisin ki bu mektup posta ile, müvezzi (postacı) veya kapıcı ile gelmedi. Onu telsiz fotoğrafla gönderdiler. Ne zannettin ya, şimdi otur şuraya, yaz bir makale, beş dakika sonra bu makalen el........

© Gazete Gerçek