menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ticaret savaşı sistemsel dönüşümü mü hedefliyor?

8 0
07.04.2025

Bu hafta ne yazalım diye geriye dönüp baktığımızda dolu dolu bir gündemle karşı karşıya kaldık. Ancak özellikle Ortadoğu merkezli bazı konularda yazmak hala çok güç, saha çok belirsiz ve kaygan. Sahanın çok belirsiz olmasının temel nedeni, şu anki boşluk anında herkesin birbirinin sınırını/kırmızı çizgisini filan görmek için sınayıp durması, manipüle ve provoke etmeye çalışması değil. Sahanın belirsiz olmasının temel nedeni ABD’nin İran’ı vurup vurmayacağının belirsizliği. Bu belirsizlik hem Washington için hem de Tahran için zaten çok büyük tehlikeli ve riskli bir atmosfer yaratıyor. Kolay strateji, özellikle de pazarlık stratejisi geliştirmek bu atmosferde çok zor. Birdenbire olayların gidişatı her iki aktörün kontrolünden de çıkabilir. Dolayısıyla Ortadoğu’nun pek çok meselesi bu gergin bekle- gör çemberinin içerisinde ama çemberin içi hareketsiz değil, aktörlerin birbirinin sabrını sınadığı ve ABD ile bölge ve bölge ötesinde pek çok konunun müzakere edildiği bir hareketlilik içerisinde. Bu mecrada bir şeyler yazmak-çizmek zor olabilir ama 2 Nisan’dan itibaren açık bir ticaret savaşına sahip olduğumuz düşünülürse hala üzerinde kalem oynatabileceğimiz yeterince konumuz var demektir.

İkinci Trump yönetiminden herkes bir ticaret savaşı bekliyordu. Göreve gelir gelmez zaten şu-bu bahane ile bazı aktörler (tabi ticaret savaşının hedefi olması beklenen AB ve Çin de dahildi listeye) artan gümrük vergileri ile cezalandırılmıştı. Trump’ın ilk döneminde ABD yönetimi Çin’den ticari bağımsızlığı kazanmak adına Pekin odaklı bir ticaret savaşı denemesi de yapmış, bu tür mücadelelerin ve ekonomik boşanmaların çok kolay olmadığı o günlerde test edilmişti. Yine de Trump yönetiminin o günkü mücadelesinden olumsuz bir ders çıkarmadığı görünüyordu. Biliyoruz ki seçim kampanyası esnasında Trump, o günkü politikasının ABD ekonomisi için yanlış olmadığını savunmuş, güç kullanmanın ya da güç kullanma tehdidinde bulunarak ticari/ekonomik kazanç elde edilebileceğini iddia etmişti. Trump, her ne kadar işin özü ABD üstünlüğünü ve bağımsızlığını güçlendirmek için kazanç elde etmekse de meseleyi bugüne kadar ABD’ye yapılagelmiş “haksızlıkların” cezalandırılması olarak paketliyor.

Bu da ilk dönem ABD’den bir şey çaldığı düşünülen (bu arada her ticaret açığı hırsızlık ya da haksızlık anlamına da gelmiyor, çok taraflı küresel ticaret içerisinde kimi zaman eşit ama ticaret açığı açısından negatif etki yaratan ilişkilere duhul olabilirsiniz. Yine de karşılıklı bağımlılık maliyet ve erişebilirlik açısından kar sağladığı ve pazarı büyüttüğü için devam edegelir) ülkelerin suratına suratına, “siz hırsızsınız” diye bağırmak şeklinde tezahür etmiş, iç kamuoyunda da karşılığını “yeni Amerikan milliyetçiliği” bağlamında vermişti. Unutulmamalı, Trump, öncelik Amerika (America First) düşüncesinden gelen bir lider. Öncelik Amerika’ya diyenler ABD pazarını – özellikle de üretim üzerinden- güçlendirmeyi, ekonomik bağımsızlık ve teknolojik üstünlüğü hedeflerler. Koruma duvarları ve ABD iş gücünü /emek kesimini ABD ekonomisinin zerresine nüfus ettirmek, herkesi işleyen bir makine haline getirmek ve Amerikan rüyasını tüm bunlar üzerinden (işte emek durup dinlenmeden çalışarak ev, araba alıyor, aile kuruyor sonra da Dünyanın bilgisine-görgüsüne sahip olmadan ve hatta belki Dünyayı görmeden........

© Gazete Damga