Enflasyonun 46 yıllık hikayesi - I: 1980 - 2001 arası
Ben 1974 doğumluyum, yani 51 yaşındayım. Yazının başlığında gördüğünüz üzere 1980’den bu yana (1980 yılı da dahil olarak) 46 yıl geçmiş. Yani yaşadığım ömrün hemen hemen tamamını kapsayan bir süre. Bu süre içinde 2005 – 2017 yılları arasındaki (2017’de dahil olmak üzere) geçen 13 yıl dışında hep yüksek enflasyon vardı. Aslında benim kişisel hikâyem Türkiye’de enflasyonun hikâyesinin çok cüz’i bir kısmını oluşturur. Neden mi? Çünkü Türkiye’de enflasyon (her ne kadar elimizde resmi kayıtlar olmasa da müverrihlerin yazdıklarından anladığımız kadarıyla) ta Fatih Sultan Mehmet devrine kadar gider.
Bugün iki yazılı bir diziye başlıyorum. Yazı dizisinin cevaplamak istediği ana sorular şunlar: “1980’li ve 1990’lı yıllardaki enflasyonla, bugünkü enflasyon süreçleri arasında bir fark var mı?” “Neden o zaman hissedilmeyen gelir dağılımı bozukluğu ve hayat pahalılığı bugün hissedilmiyor?” “Bugün neleri eksik yapıyoruz, hangi hatalarda ısrar ediyoruz?” Serinin ilki olan bu yazıda 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşanan enflasyon sürecini ele alacağım. İkinci yazı ise AK Parti iktidarlarındaki enflasyon süreci olacak. Bunu da üç parçaya ayırabiliriz: 2002- 2007 arası, 2008 - 2017 arası ve 2018’den bu yana olan dönemler. Bu üç dönemde enflasyon farklı dinamikler sergilese de, 2002 – 2025 arası döneme damgasını vuracak çok temel ortak noktalar ve yaygınlaşan yapısal sorunlar var. Ancak bunları anlamak için, ilk önce benim çocukluk ve gençlik yıllarıma, yani 1980’li ve 1990’lı yıllara bir bakmalıyız.
I. 1980’LER: KONTROLLÜ DÖNÜŞÜM VE YÜKSEK ENFLASYONLU DENGE
1980’li yıllar, Türkiye için yalnızca bir ekonomik yön değişimi değil, aynı zamanda bir zihniyet dönüşümünün başlangıcıydı. 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte, ithal ikameci sanayileşme anlayışı terk edilerek dışa açık, piyasa odaklı bir büyüme modeline geçildi. Bu kararlar yalnızca teknik değil, aynı zamanda ideolojik bir tercihti: Devletin ekonomideki doğrudan belirleyici rolü azaltılırken, sermaye birikiminin alanı genişletildi. Ancak bu dönüşüm, toplumsal yapıyı bir anda değiştirmedi. Aksine, yüksek enflasyon koşulları altında adım adım yeniden şekillenen bir geçiş rejimi ortaya çıktı.
Bu dönemin en belirgin özelliği, yüksek ama öngörülebilir bir enflasyonla birlikte yaşanmasıydı. TÜFE oranları yıllık bazda yüzde 30 ile yüzde 60 arasında seyrederken, ücretler, kamu fiyatları ve döviz kuru gibi temel göstergeler genellikle enflasyona paralel biçimde ayarlanıyordu. Bu durum, toplumun geniş kesimlerinin enflasyon karşısında reel gelirlerini büyük ölçüde koruyabildiği bir “dengeleyici enflasyon” rejimi doğurdu. Yüksek enflasyon bir problem olarak tanınmakla birlikte, yaşamın akışıyla uyumlu hale getirilmişti.
Burada üç temel dengeleyici unsur öne çıkmaktaydı:
Birincisi, kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT’ler) hâlâ ekonomide etkin bir rol oynuyordu. Girdi maliyetlerini sübvanse ederek özel sektörün üretim maliyetini düşük tutuyor, aynı zamanda fiyatlama süreçlerini kamu eliyle kontrol altında tutuyordu. KİT'ler, sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik bir istikrar aracıydı; bölgesel kalkınmadan istihdama kadar geniş bir sosyal alanı dengelemekteydi.
İkincisi, tarım sektörü henüz çözülmemişti. Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısı kırsal alanlarda yaşamaya devam ediyor, üretim ve tüketim zincirinin büyük kısmı iç piyasaya yönelik olarak örgütleniyordu. Tarım........
© Gazete Damga
