menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Emek Değer Teorisi’nden yapay zekâ çağına: İktisat bilimi nerede yanıldı?

11 15
yesterday

Bugün sizi iktisat biliminin temel konularından bir olan Emek Değer Teorisi’nden günümüzün en merak uyandıran olgusu olan yapay zekaya götürecek bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. Bugün yapay zekanın hayatımızda yarattığı kolaylıklar kadar, bu hızla gelişirse, önümüzdeki birkaç on yılda birçok iş kolunda iflaslara, insan istihdamının azalmasına (teknolojik işsizlik) ve kitleler halinde işsiz ve amaçsız insanların oluşacağına dair korku da onu ön plana çıkarmaktadır. Daha geçen gün okuldaki meslektaşlarımla yaptığım bir sosyal medya sohbetinde bizim işimizin bile tehlikede olduğu gibi iddialar ortaya atıldı. Yine katıldığım bir TV programında canlı konuşmasını yorumladığım AB Merkez Bankası Başkanı Lagarde da para politikasını açıklarken (bu arada ne laka diyeceksiniz, bence de para politikası ile yapay zekanın pek bir bağlantısı yoktur, DMD) yapay zekanın gelecekte yaratacağı olumsuzluklara dikkat çekti. Daron Acemoğlu da son konuşmalarında en fazla bu soruna dikkat çekmektedir.

Burada temel noktalardan biri geçmişteki hemen hemen bütün iktisatçıların hem fikir olduğu bir konu öne çıkmakta: “Emek olmadan üretim olmaz.” Ancak son 10 yılda gerçekleşen hızlı dönüşüm bugün emek olmadan da üretim olabileceğini hepimize düşündürmekte. Üretimde robotların ve yapay zekânın her geçen gün daha fazla kullanıldığı bir ortamda ister istemez herkesin en büyük endişesi “Biz de mi işsiz kalacağız?” sorusuna dönüşmekte. Ben ise çok karamsar olunmaması gerektiğini düşünüyorum. Ama iktisat bilimi çerçevesinde baktığımızda, hangi ideolojiden olursak olalım, emeğin olmadığı bir ekonomiyi hiç kimse varsaymamaktadır. Bu yüzden ilk önce “İktisat biliminde emek ve üretim arasındaki ilişki nasıl anlatılıyor?” sorusunu cevaplayalım. Sonra bu teorilerin bugün neden yetersiz kalabileceği düşünülmektedir, onu açalım. Bir de ayrıksı bir iktisatçı olan Mihail Tugan-Baranovski’nin ütopik “tam otomatize ekonomi” varsayımını tartışalım istedim. Haydi başlayalım…

GİRİŞ

Sanayi Devrimi’nden bu yana iktisat bilimi üretimin merkezine hep “emeği” yerleştirdi. Klasik okul emek olmadan değer yaratılamayacağını savundu yani sermayenin – üretimde kullanılan makinelerin- üretime hiçbir katkısının olmadığını iddia etti; (Klasik Emek Değer Teorisi). Klasik Okul mensubu olup çok daha farklı bir yöntemle kendi kuramını geliştiren Marx sermayenin çok önemli olduğu, yo sayılmadığı ancak nihayetinde emeğin sadece tamamlayıcısı olduğu bir modelle birlikte, üretimden elde edilen gelirin üretime yapılan katkıya göre değil sınıflar arası mücadeleye göre belirlendiğini söyleyerek teoriyi radikalleştirdi; (Marxist Emek Değer Teorisi). Marx sonrasında ortaya çıkan Neo-klasik iktisat ise tartışmaya bambaşka bir yön kazandırdı: Değer sadece emek tarafından yaratılamaz, sermaye (üretimde kullanılan makineler) de değer üretebilirdi. Bu yetmezmiş gibi gerekirse emeğin yerine sermaye geçebilirdi. Ancak bütün bunlara rağmen Neo-Klasikler için de emeksiz bir üretim olamazdı… Bu üç büyük okul arasında emeğin üretim ve sermayeyle ilişkisi açısından büyük farklar olmasına rağmen bir noktada hepsi ortaktı: Emek tek tipte ve homojen bir girdi olarak varsayılmaktaydı.

Bugün burada, yapay zekâ ve robotik çağının eşiğinde durup geriye baktığımızda bu ortak varsayımın iktisadın en büyük yanılgısı olduğunu görüyoruz. Daha doğrusu, bu yanılgıyı artık tüm çıplaklığıyla hissettiren şey, üretimin doğasını baştan aşağı değiştiren yeni teknolojilerin bizlerin muhayyelesinde yarattığı hızlı dönüşümdür.

Bu yazı, emeğin değer........

© Gazete Damga