Aynadakinin Maskesi: A Different Man (2024)
Yüzeyin altında yatan özün değerini ve arzunun biçim değiştiren doğasını konu alan anlatılar, özellikle çağdaş sinemada kendine özgü bir yer edinmiştir. Aaron Schimberg’in A Different Man (2024) filmi, geçirdiği tıbbi müdahale sonrası fiziksel olarak “ideal benliğe” dönüşen Edward’ın, bu yeni bedende dahi eksikliğini kabul edemeyip sosyal hayata adapte olma sorununu aşamamasını konu edinerek arzunun yalnızca dış görünüşle tatmin edilemeyeceğini ortaya koyar. Anlatı, Lacancı psikanalizin merkezindeki “ayna evresi”, “ideal-ben” ve “gerçek” kavramlarını çağrıştıracak şekilde görünüş ile öz, arzu ile tanınma arasındaki çatışmalı ilişkiyi görünür kılar.
Narsisizmin yalnızca narsistik bir bakış açısıyla ilgi odağına yerleştiği XXI. yüzyılda izleyiciyle buluşan A Different Man, Schimberg’in; gençlik, güzellik, zenginlik ve hatta erişilmesi imkânsız bir mükemmellik idealinin pazarlama nesnesine dönüştüğü günümüz medya düzeninde yüzleşilmekten kaçınılan benlik sorununa psikanalitik bir perspektifle yaklaşmayı amaçladığını ortaya koymaktadır.
Filmde Edward, kendisini iyi huylu, kimseye zarar vermeyen, kibar bir birey olarak tanımlar. Kimsenin ona sorun çıkarmaması için uysal ve kabullenici davranmak zorunda olduğunu, yoksa dış görünüşünden dolayı sıkıntı yaşayacağını söyler. Kendiyle ilgili anlattığı bu bilgiler, benliğini başkalarının bakışına göre kurguladığını göstermektedir. Fransız psikanalist Jacques Lacan’ın “ayna evresi” kuramı bağlamında değerlendirildiğinde Edward’ın özdeşleştiği imge, kendi arzularından çok Öteki’nin (diğerlerinin) bakışında yansıyan temsile dayanmaktadır. Edward; kendi yüzüne dair dışlayıcı toplumsal yargılarla biçimlenmiş benliğini, simgesel düzende yer edinebilmek adına kabul eder ve bu imgeye göre hareket eder. İnsanların kendisine bakmasından rahatsızlık duyduğunu söyleyen Edward’ın oyunculuk gibi yüksek düzeyde teşhir gerektiren bir mesleği seçmiş olması, onun görünmekten kaçınmak değil, tam tersine Öteki’nin bakışında tanınma ve arzulanma isteği taşıdığını, yani Lacan’ın ifadesiyle öznenin eksik olduğunu düşündüğü şeyi Öteki’nin arzusunda tamamlamaya çalıştığını ortaya koyar.
Arzu, Öteki’nin Arzusudur
“Arzu edilen şey, hiçbir zaman gerçekten arzu edilen şey değildir.” (1)
Lacan’a göre arzu, bilinçdışından kaynaklanan ve öznenin yapısal eksikliğini işaret eden bir olgudur. Bu arzu, hiçbir zaman doğrudan tatmin edilemez; çünkü özne, dili ve simgesel düzeni öğrendiği andan itibaren zaten bölünmüştür. Lacan’ın ünlü ifadesiyle, “[a]rzu, Öteki’nin arzusudur.” (4) Yani özne, neyi arzulayacağını çoğunlukla Öteki’nin (anne, toplum, dil, kültür) arzusu üzerinden belirler. Arzu bu yönüyle, sabit bir nesneye yönelmekten çok, eksik olanın etrafında dolanan, hiçbir zaman tamamlanamayan bir harekettir. Doyumsuz, devinimli bir yapıya sahiptir ve özneyi sürekli eksiklikle yüzleştirerek hayata bağlayan temel itkilerden birine dönüşür.(1)
Film bağlamında Edward, yüzünün değişmesiyle başka biri olacağını ve arzularını tatmin edeceeğini düşünmektedir. Nitekim bir süreliğine istediklerine ulaşır. Ingrid ile bir ilişki başlar, çevresi tarafından kabul görür ve takdir edilir. Ancak bunların hiçbiri Edward’ı tatmin etmez. Yüzüne yeniden maske takarak oynadığı bu yeni oyunda, içindeki eksikliği aramaya; travmasını yeniden yaşamaya ve çözmeye çalışır. Film boyunca Edward, özgürce arzulayan bir özneye dönüşemez. Onun için her zaman Öteki’nin arzusu belirleyicidir. Başkalarının bakışı, Ingrid’in ilgisi ve bir anda ortaya çıkan “kayıp ikiz” Oswald gibi figürler, Edward’ın arzusunu biçimlendiren Ötekilerdir.
© Film Hafızası
