menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

9. Çalı Köy Filmleri Festivali Günlükleri – 1

9 0
27.07.2025

Doğanın kalbinde, sinemanın sesiyle yankılanan bir buluşma noktası: Çalı Köy Filmleri Festivali… Bu yıl 24–27 Temmuz tarihleri arasında dokuzuncu kez sinemaseverlerle buluşan festival, sadece bir film gösterimi etkinliği olmanın çok ötesinde. Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Çalı köyünde, 1934 yılında çekilen Aysel Bataklı Damın Kızı filminin çekildiği topraklarda doğan bu festival, Türkiye sinemasının ilk köy filmini bir çıkış noktası olarak benimsiyor ve sinema ile doğanın, kolektif ruhla iç içe geçtiği benzersiz bir deneyim sunuyor.

Yalnızca köy filmlerine odaklanan bir formatla yola çıkan festival, her yıl değişip dönüşmeye devam ediyor. Bu yıl ilk kez 24 Temmuz’da öncelikle Ulusal Disiplinlerarası Sinema Sempozyumu ile akademiyle sinema sahasını aynı masa etrafında buluşturdu. Ardından 25 Temmuz’da festivalin çıkış noktası olan Aysel Bataklı Damın Kızı filminin restore edilmiş hâli seyircilerle buluştu. 26 Temmuz’da ise birçok etkinliğin yanında herkesin heyecanla beklediği Kısa Film Yarışması’ndaki seçkinin ilk bölümü gösterildi. Bu günlükte on dört filmden oluşan seçkinin ilk bölümünde yer alan yedi filmin izlenimi yer alıyor. Diğer yarısı ise bir sonraki günlükte yer alacak.

Festival ise film gösterimlerinin yanı sıra konserler, atölyeler, doğa yürüyüşleri, yoga seansları, kamp alanları ve genç sinemacılarla yapılan yuvarlak masa buluşmalarıyla devam ediyor. Çalı, her yıl sinemaya gönül vermiş yüzlerce insanı bir araya getiriyor.

İyi Ölüm (Yön. Hasan Ete, 2024)

Hasan Ete’nin İyi Ölüm adlı kısa belgeseli, ölümle kurulan bağa bir yönetmen mesafesinden değil; neredeyse kişisel bir yakınlıkla yaklaşıyor. Terminal dönem hastaların son dileklerini gerçekleştiren bir Hollanda vakfının izini süren film, yalnızca bir organizasyonu belgelemenin ötesinde, “iyi ölmek” gibi çoğu zaman konuşulmaktan kaçınılan bir kavramı duyulur kılıyor.

Belgesel, ölümün kaçınılmazlığına değil; onun da bir insan hakkı olduğu fikrine odaklanıyor. Sessizce ama inatla: “Nasıl yaşadığımız kadar, nasıl öldüğümüz de önemlidir” diyor. Film, yalnızca vedalaşmakta olan hasta Wim’in değil, aynı zamanda onun son yolculuğuna eşlik eden gönüllü ambulans şoförü Frank’in de portresini çizerken yaşamla ölüm arasındaki çizgiyi incelikle örüyor. Wim’in etrafında toplanan ailesi, sevgi dolu son anlar, Frank’in profesyonel ama bir o kadar da insani tavırları… Bunlar belgeseli hem gerçek hem de kırılgan kılıyor. Kamera, kimseyi dramatize etmeden; birilerinin son kez sahile bakışına, bir başkasının sessizce el tutuşuna tanıklık ediyor. Belki de filmin en etkileyici yönü, bir ölüm hikâyesini anlatırken asıl odağı hayatta kalana, yani hatırlayana çevirmesi.

İyi Ölüm, mekânsal sınırları aşan bir film. Coğrafya değişse de ölümün evrenselliği değişmiyor; Hollanda’da çekilmiş olması, onun Türkiye’den ya da dünyanın başka bir yerinden izleyen biri için yabancılaşmasını engellemiyor. Tersine, yönetmenin kişisel hafızasından süzülen hikâye seçimleri, filmi evrensel olduğu kadar duygusal olarak da kapsayıcı kılıyor. Hasan Ete’nin estetik anlayışı, belgeseli bir sosyal araştırmadan çok, etik bir duruşun sinemasal ifadesine dönüştürüyor. İyi Ölüm, yalnızca bir belgesel değil; insan onuruna saygılı bir hayatın ve ölümün mümkün olduğunu hatırlatan sade, ama güçlü bir anıt.

Kraliçenin İllüzyonu Üzerine (Yön. Erinç Durlanık ve Ceren Özkanlı Samlı, 2024)

Ceren Özkanlı Samlı ve Erinç Durlanık’ın birlikte yönettikleri Kraliçenin İllüzyonu, bir drag performansının yalnızca sahne ışıklarıyla değil, aynı zamanda gölgeleriyle de var olduğunu hatırlatıyor. Film, sahne öncesi hazırlık sürecini görünür kılarak, queer bedenin ve estetiğin yalnızca gösteriye değil, gündelik bir direniş diline dönüştüğünü anlatıyor. Makyaj masasında geçirilen saatler, seçilen bir şarkının melodisinde gizlenen kimlik parçaları, perukların altında biriken ter; hepsi politik birer jest olarak kendini var ediyor. Bu yönüyle film, görünürlüğün sadece alkışla değil, dönüşümle de mümkün olduğunu fısıldıyor.

Tıpkı Paris is Burning ya da Pose gibi yapımlarda olduğu gibi, Kraliçenin İllüzyonu da sahneyi bir varoluş ve mücadele alanı olarak kuruyor. Ama bu kez spotlar, şovun zirvesinde değil, perde arkasındaki ritüellerin üzerindedir. Drag, burada yalnızca estetik değil; aynı zamanda bir kimliğin, bir arzunun, bir geçmişin ve hatta bir hayal kırıklığının taşıyıcısıdır. Film, bunu göz alıcı değil; yalın, incelikli ve sezdirerek yapar. Bu da onu güçlü kılar. Gösteri biter, sahne kararır ama direniş devam eder. Çünkü gerçek illüzyon, kim olduğumuzu gizlemek zorunda kalmaktır.

Ceren Özkanlı Samlı ve Erinç Durlanık, seyircinin alışık olduğu mağduriyet anlatılarının ötesine geçerek, queer bedenin gündelik hayat içinde de politik olabileceğini gösteriyor. Beden, bir manifesto gibi konuşur bu filmde; kıyafet, bir kalkan olur; makyaj bir maske değil, bir isyan biçimidir. Filmin sunduğu bu katmanlı yaklaşım, yalnızca bir performansı belgelemek değil, aynı zamanda onun arkasındaki sessiz ama kararlı........

© Film Hafızası