Adolescense Dizisi: Çocukluğun Yok Oluşu
Hatırlıyorum da bizim topraktan ya da çakıldan yollarımız olurdu. Yollarımızın kenarında bizim akar dediğimiz su arkları vardı. Bu akarlardan gelen sular ile bahçemizi sulamak en büyük zevklerimiz arasındaydı. Bütün mahalle iç içe olurduk, eğlenirdik, yeri gelir bu sulama işlerinde anlaşmazlıklar çıkar kavga da ederdik. Sulama işlerinde muhtar kadar devlet olan bir mizaç ortaya çıkardı; o da Mirav. (1)
Miravların hep güçlü bir motosikleti olurdu ve gayet sert adamlardı. Bazı Selanik Muhacirleri, kendilerince: " miray be yav " derlerdi. Mirav, konuyla pek ilgilenmezdi. Mirav adı konusundaki spekülasyonlara kendisini kapatmıştı. Bahçe sulamalarında insan kişilikleri ortaya çıkardı. Karakterleri Freud kadar okuyamasak da bir bakıma tanırdık. Kim pragmatist, kim hukuk tanımaz, kim tiran olmaya aday, anlardık. Asfalt, henüz sadede şehirlerarası tek şeritli yolların bitmeyen uzun çizgisiydi. Çocukluğumuzun üzerine henüz beton dökülmemişti. Betonistan da henüz gelmemişti. Çocukluğumuzun saltanatını kurduğumuz feodal zamanlarımızdı. Jean J. Rousseau'nun Émile'si kadar olmasak da hepimiz tabiatta eğitiliyorduk. Ağaçlar tamamen bizimdi. Bazı arkadaşlarımızın ağaçtan evleri bile vardı. Günlük belki beş on ağacın, kuş misali dallarında oluyorduk. Düşüyorduk, dirseklerimiz, dizlerimiz sıyrılıyordu. Ağaçlara çıkmak ve inmek için geometri soruları çözüyorduk. Park nedir bilmiyorduk çünkü parklar kapitalizmin çocuk kandırma mekânlarıydı. İlk parklarda önceleri kum havuzları var iken daha sonraları yaşayarak öğrendik ki, zemin ne toprak, ne de çakıldı. Parkların zeminleri, zamanla; kahverengi renkli, pütürlü, birbirine geçmeli sert plastikti. Çocuk parkları, çocukların kum ve çamur ihtiyaçlarını bile karşılayamıyordu. Belki kaydırak çok sevimliydi. Ağaçların bizlere vermediğini sadece kaydırak verebiliyordu. Üstüne bindiğinizde mutlaka yere iniyordunuz. Her doğanın öldüğü, her yükselenin düştüğü gibi …Ama biz bilirdik ki her çocuğun bahçesi ve en iyi dostları; ağaçlar olmalıydı.
Tüm dünya da henüz kültür; yozlaşmış bir teknoloji ideolojisine yenilmemişti. Yok olan doğa, ağaçlar ve yeşillikler yerine basitçe üretilmiş göz boyamalı plastik alanlar yoktu. Türetilmiş sanal alem ve onun linç içeren dili de yoktu. Belki de bunları hatırlamamız için bir platform dizisi seferber olması gerekiyordu. O da oldu. Kültür, sosyal medya ve yozlaştırılmış........
© Fikir Coğrafyası
