Muhabbet zor zenaat!..
“Muhabbeti gör ne iştir
Bir can bir canı seviştir”
Seyrânî
Yunus Emre “Ben gelmedim dava için” buyurdu, gönüller yapmağa geldiğini duyurdu ya; Everekli Aşık Seyrânî Baba da onu duydu:
“Ben veririm muhabbete akçemi
Sen yel çalış rûzigâre ver
Muhabbete nasip olmayan malı
Hekime, hâkime, nâra, kara ver!”
Medeniyetimiz merhamet üzerine kurulmuştur ve en âlâ maksadımız ise muhabbettir. Muhabbet zor zenaat, her zaman müyesser olmaz. Kimi zaman alıcısı bulunmaz, kimi zaman vakit kıttır ya da yer dardır.
Elhak, “kabiliyyet dâd-ı Hak’tır / herkese olmaz nasip.” İnsan insan ola ki muhabbet nasip ola.
İşte bunlar gibi bir nice sebepten ötürü muhabbet hasıl olmayınca merhamete razı oluruz ve cemiyetimizi, birliğimizi, dirliğimizi merhamet direkleri üzerinde yükseltiriz. Merhametin bir derece altında adalet vardır ki düşmanlarımızla ilişkimizde bu seviyenin altına düşemeyiz. Ayrandan aşağı katık, adaletten aşağı muamele olmaz, tasavvur olunamaz. Hukuk ve kanun dahi adaletten madun olsa da cümleye ilhak olunur.
Bir başka ifade ile bir sana bir bana dersek adil olmuş oluruz. Hepsi sana dersek merhameti kuşanmışızdır. Ne sana ne bana sırrına vakıf olduysak hakikat perdesi aralanmak üzeredir.
Diyanet ve siyaset
Tunus’un asrımıza hediye ettiği büyük mütefekkir ve dava adamı, ümmet-i Muhammed’in asrımızdaki medâr-ı iftiharı Raşid el-Ğannûşî “din ne vakit devletle aynı çuvala girmişse oradan zararlı çıkmıştır” der.
Biz 3 Kasım 1924 tarihinde din ile devleti aynı çuvala koyduk ve üzerine Diyanet İşleri yazdık. 429 numaralı kanunun birinci maddesi şöyledir: “Türkiye Cumhuriyetinde muamelât-ı nasa dair olan ahkâmın teşri ve infazı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teşkil ettiği Hükümete ait olup din-i mübin-i İslâmm bundan maada itikadât ve ibadâta dair bütün ahkâm ve mesâilinin tedviri ve müessesât-ı diniyenin idaresi için Cumhuriyetin makarrında (Bir Diyanet işleri reisliği) makamı tesis edilmiştir.
Halen mer’î bulunan bu yasaya göre Diyanet İşleri Başkanlığı inanç ve ibadetlere taalluk eden hükümleri ve meseleleri tedvir etmek ve din hizmetlerini yürütmekle vazifelidir.
Elbette din-i mübin-i İslâm’ın devlet yönetimine, ekonomiye ve topluma dair pek çok ahlâmı ve düzenlemesi bulunmaktadır. Ancak bu alanlarda Diyanet İşleri Başkanlığı devlet tarafında yetkilendirilmemiştir. İnanç, ibadet ve din hizmetleri dışındaki alanlarda Diyanet’in icrâî bir gücü ve yetkisi bulunmamaktadır.
Mamafih Diyanet’in yetki alanı dışındaki konularda açıklamalar yapması kurumu fuzulî şağil pozisyonuna düşürebilir. Öte yandan hukuki bir geçerliliği olmayan, sadece İslam dinine dair bir bilgi paylaşımı niteliği taşıyan Diyanet açıklamalarını veya hutbelerini laik düzen için tehdit olarak algılamak da yangına körükle gitmek sayılabilir.
Hutbeler ses getiriyor
Başkanlığın son aylardaki birçok hutbesi ses getirdi. Bu seslerin bir kısmı alkış, bir kısmı kargış sesiydi. Hutbelerin tek bir merkezden hazırlanmasının ne kadar sıhhatli olduğu konusunu burada tartışmıyoruz bile… Aslolan imamın hutbeyi irad etmesidir, okuması bile değil. Hutbe kâğıttan, hele mobil cihazdan asla okunmaz. Hutbe irticalen irad olunur. Hutbe zikrullahtır ve öyle uzun bir manifesto değildir. Zira namaza dahildir. Hutbe Cuma günü öğle namazının iki rekatı yerine geçer. Uzunluğu da iki rek’at namaz kılınacak kadar olmalıdır. Resul-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem (sav) hutbeyi kısa, namazda kıraati uzun tutardı.
Diyanet’in son hutbesine sosyal medyadan entelektüel ve akademik mahfillere değin lehte ve aleyhte pek çok tepki geldi. Bunlardan biri de İzmir Barosu’nun “Diyanet’i Uyarıyoruz: Türkiye Şeriatla Yönetilen Bir Ülke Değildir” başlığını taşıyan........
© Fikir Coğrafyası
