İradenin Özgürlüğünden Beynin Tutsaklığına
İnsanın özgür iradesi, kendini bilmesiyle başlar. “Ben” veya “kendi” kavramlarının tanımı kişinin özgür iradesinin sınırlarını belirler. Ruh ile beyin arasındaki ilişki bireyin kim olduğu sorunusun saklandığı gizemli bir alandır. İçimizdeki “ben”in farkına varıp “kim” olduğumuzu sorgulamak istiyorsak, bu gizemli alanın binlerce yıllık serencamına vakıf olmalıyız. “Ben” veya “biz”den hangisi olduğumuza karar verdiğimizde özgürlük ve tutsaklığımızın sınırlarının farkına varacağız.
Kullanımı zor, işletilmesi de bir o kadar maliyetli olan beyin, insanın hayata tutunabilmesi için gerekli olan düşünsel eylemlerin merkezidir. Hayatta kalma meselesinin tamamen bireysel olduğu ilkel dönemlerde insan beyni daha işlevsel ve doğal olarak daha büyüktü. Sosyalleşmenin ve toplu yaşamların gelişmesiyle birlikte, bireyin beyni ortak yaşanmışlıklara teslim olmaya başladı. İnsanlık tarihi boyunca her dönem eklenerek gelişen toplumsal zekâ ve bellek aynı zamanda bireysel zekâ ve duyguların da yaşam kaynağı oldu.
Hal böyle olunca, uygarlık veya medeniyet tarihi olarak anlattığımız süreç, kolektif aklı güçlendirirken bireysel aklı eş zamanlı olarak zayıflattı. Hali hazırda devam eden bu süreçte, insan beyni bir beyzbol topu kadar küçüldü maalesef. Beynin evcilleşmesi olarak tanımlanan bu durum, insanın bireysel olarak hayatta kalması için eskiye oranla daha az gayret sarf etmesini ifade ediyor. Yani artık “ben” veya “kendim” olarak daha az düşünmek durumundayım. Zira benim adıma karar veren bir toplumsal mekanizma yani “biz” var. Beynin bu toplumsal aklın tutsaklığına maruz kalması doğumla birlikte başlıyor.
Binlerce yıllık birikimin güncellenmesiyle gelişen bir işletim sistemi olarak beyin, her yeni nesilde daha güçlü bir karar verici duruma geliyor. Beynin kendiliğinden ele geçirdiği bu yönetimsel üstünlük, insan aklının ve iradesinin her geçen gün biraz daha zayıflamasına neden olmakta. Beynin görevi sanıldığının aksine sadece düşünmek değil, insanı hareket halinde tutmak ve diğer beyinlerle iletişim halinde olmasını sağlamaktır. Doğada binlerce kilometre uzaklıktaki mantarların kendi aralarında kurdukları iletişim sistemini muhtemelen beyinler de kullanıyor. Yaşadığımız dünyaya ayak uydurmak suretiyle evcilleşen beyinlerimiz “kendi”liğimizi ortadan kaldıran en büyük tehdittir.
Bir bebeğin sahip olduğu beyin sinir hücreleri sayısının neredeyse bir yetişkin beynindekiyle aynı olduğunu düşündüğümüzde, işletim sistemlerimizin doğuştan kodlandığını daha rahat kavrayabiliriz. Uygarlık tarihimizin temeli birbiriyle iletişim halindeki ruhlarımız ve beyinlerimizdir.
Böylesi bir kabullenme iradelerimiz, arzularımız, tutkularımız, korkularımız, sevgilerimiz, inançlarımız, ideolojilerimiz hasılı bütün duygularımızın aslında bir ayartılmanın ve baştan çıkartılmanın kıskacında olduğunu gösterir.........
© Fikir Coğrafyası
