menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bu Krizin Adı Ne?

9 11
14.07.2025

Felaketten felakete, krizden krize savrulmaktan yorulan kalabalıklar artık bunu kanıksamış görünüyor. Ancak bu savruluş tükenişe sürüklüyor. Çoğunluk, tükenişe doğru gidişi menzile ulaşmak için yapılan bir yolculuk sanarken pek az insan itirazda bulunup çözüm önerileri getiriyor. Çözüm olarak da ezbere bilinen ve daha önce işe yaramamış reçeteler sunuluyor. Hatta çözüm önerisi denilen şeylerin neredeyse tamamı bu sorunları doğuran anlayışın ürünü. Hâlbuki reçeteden önce teşhis gerekli. Yanlış teşhis ile doğru tedavi yapılmaz. Önce durumu doğru teşhis etmek gerekir.

Depremden teröre, ekonomik krizden işsizliğe, eğitimden adalete kadar akla gelebilecek tüm alanlarda yaşanan krizlerin kökeninde ahlak kavramı yer alıyor. Kreşten üniversiteye, vakıf ve derneklerden Kuran kurslarına kadar –resmi, özel, gayrı resmi- dini ve seküler eğitime bu denli personel, kurum, zaman, para ayırıp istenilen sonuçlara ulaşılamıyorsa bir sorun var demektir. Bir inancı, bir ideolojiyi temsil iddiasındaki yapıların kurumsal olarak ahlaken izahı olmayan icraatlarda bulunmasının, insanların bireysel olarak yapıp etmelerinin ahlaki anlamda çürümeye işaret etmesinin sebebi aynıdır: Ahlaki yozlaşma.

Weber’e göre Batı’da kapitalizmin ulaştığı başarı Katolik ahlakından Protestan ahlakına geçişle gerçekleşmiştir. Max Weber'in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu isimli eserinde vurguladığı Katolik ve Protestan ahlakı arasındaki en belirgin fark; Katoliklerde "dünyevi çilecilik” “ayinler/bağışlarla kurtuluş” üzerine kurulu anlayış öne çıkarken, Protestanlarda “Lüksü günah sayan, tutumluluğu önemseyen, çalışarak Tanrı'ya hizmet edileceğine inanan bir ahlak anlayışının” öne çıkmasıdır. Yani Weber; Rönesans ve reformlar, bilimsel-teknolojik gelişmeler, sanayi devrimi, sömürgecilik hareketlerinden çok kapitalizmi başarıya götüren şeyi ahlak anlayışına bağlar. Bu noktada vurgulanan mesele çile, uzlet, ayin ile değil eylemlerin iyi, doğru, nitelikli oluşu ile Tanrı’nın rızası kazanılabilir anlayışının ahlakın temelini oluşturmasıdır.* Yani bir Protestan dünyaya dair bir iş yaparken onu mükemmel biçimde yapmak, muhatabını aldatmamak, yaptığı iş sebebiyle ötekine zarar vermemek noktasında son derece hassastır. Bu ahlak anlayışı özellikle Avrupa’nın kuzeyinde “refah” konusunda tüm dünyanın imrenerek takip ettiği başarılı örnekler vermiştir.

Avrupa’nın kuzeyinde az sayıda müreffeh toplum sonradan sekülerleşse de temellerini Protestan ahlakı üzerine kurmuştur. Ancak vahşi kapitalizm dünyanın geri kalanında çeşitli ve büyük sorunlar yaratmıştır. Zira her toplumun ahlak anlayışı birbirinden farklıdır. Bu bağlamda Prof. Dr. Cengiz Anık Modernitenin Meşruiyeti ve Emek* adlı eserinde gelinen noktada kurtuluşun ancak Maturidi ahlakı ile olacağını savunur. Alternatif bir ahlak anlayışı ile inşa edilmeden ne toplumsal ne de bireysel sorunların çözülebileceğini vurgulayan Anık, ahlak kriterlerini “ adalet, muavenet, haya, basiret ve şecaat ” kavramları etrafında detaylandırır.

Hülasa ahlak; cinsellik, kumar, içki, kılık kıyafet ya da hak ve özgürlüklerle sınırlanacak denli basit bir kavram değildir. Ahlak toplumların imarında da çözülüp yok olmasında da son derece belirleyici bir yere sahiptir.

Peki, bu toplumun ahlak anlayışı nasıl sonuçlar doğurmuştur? Bu toplum, birbirine karşı düşmanca tavırlar sergileyen farklı kesimlerden oluşmaktadır. Ve bu da bitmeyen çatışmaların konusudur. Bu çatışmalarda hatipler birbirlerine karşı en çok “ahlak, dürüstlük, adalet vb.” kavramlar ile örülmüş eleştiriler yöneltir. Hemen tüm taraflar birbirlerini ahlaki noktadan eleştirirken, aslında üzerinde anlaşılmış ortak bir ahlak kavramından söz etmek mümkün değildir. Toplumun bir kesimi ahlakı “Allah’ın emir ve yasaklarına uymak.” olarak anlarken, diğer kesim de hak ve........

© Fikir Coğrafyası