Silivri Günlüğü – 1
21 Haziran Cumartesi, Emre ile gün boyu hafta sonu programlarının çekimlerindeydik. Öğlen saatlerinde bir ara verip, F1’in 2026 yılından itibaren Türkiye’ye gelebilmesi için bazı görüşmeler yaptım.
Ardından çekimlere devam ettik. Bu arada cuma günü yayınladığımız programda kullandığım bazı ifadelerin kesilip biçilerek farklı anlamlara büründürmeye çalışan birtakım trollerin sosyal medya üzerinden başlattığı saldırıyı izliyorduk.
Belli ki bir şeyler kaynatıyorlardı.
Akşam saat 18:00 gibi eve döndüm.
Pazar akşamı 2 ayı aşkın süredir görmediğim kızım İstanbul’a gelecekti. Heyecanlıydım. Mutfağa girip onun sevip özlediği yemekleri yapmaya başladım.
Sarmaları ocağa koyduğum sırada kapı çaldı. Saat galiba 9’a yaklaşıyordu.
“Hayırdır, inşallah” diye açtım, kimseyi beklemiyordum.
Kapıda polis oldukları aşikar 4 kişi duruyordu.
Gayet kibarca “Fatih Bey iyi akşamlar. Hakkınızda gözaltı kararı var, bizimle gelmeniz gerekiyor.” dediler.
Güldüm. “Ben sizi yarın sabah bekliyordum.” dedim.
Öyle ya, Cumhurbaşkanlığı danışmanlığına oturtulmuş bir kişi gün içinde tehditler savurmuş, suyumun ısındığını söylemişti.
Belli ki bir şeyler kaynatılıyordu.
“İçeri buyurun, hazırlanayım. Bir iki parça bir şey alayım.” dedim. “Biz giremeyiz. Siz de buradan ayrılmayın. Eşiniz hazırlasın.” dediler.
“Eşim annesinin yanında. Evde yok.” dedim. Hande, annesini görmeye Balıkesir’e gitmişti.
Polislere “Eşimi arayıp haber vereyim.” dedim.
Allahtan o sırada henüz gitmemiş olan yardımcımızdan telefonumu istedim.
Ekibin başındaki başkomiser “Fatih Bey telefon açamazsınız. Telefonunuzu da biz teslim alacağız.” diyerek telefonu aldı.
Yardımcımıza “Hande Hanım’a haber ver. Fatih Bey’i polisler götürdü de. O da avukatıma haber versin.” dedim ve polislerin arasında evden çıktım. Üzerimde ev kıyafetlerim, ayağımda ev ayakkabılarım vardı. Önce Haseki Hastanesi’ne geldik. Polis arkadaşlar son derece kibardı.
Orada bir kadın doktor beni muayene etti.
Kronik rahatsızlığım olup olmadığını ve kullandığım ilaçları sordu.
Yanıtlarımı not aldı. Çok zarif, çok iyiydi. “Geçmiş olsun.” deyip yolladı.
Çıkıp ekip otomobiline geri döndük. Sonra başkomiser geldi ve “Doktor Hanım sizi tekrar görmek istiyor.” dedi.
Muayene odasına döndüm.
Bahsettiğim rahatsızlıklardan birinin ilacını söylemediğimi fark etmiş, unuttum diye düşünmüştü. Onu da yazmak istemişti.
Dikkatine teşekkür ettim. “Onun için ilaç almıyorum. Beslenmeme dikkat ediyorum.” dedim.
Tekrar ekip otosuna döndük ve “Vatan Emniyet’e” doğru yola çıktık.
Üç araçlık konvoyumuzla Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne vardığımızda fotoğraf çekilmesin diye büyük özen gösteren polis ekibi beni hemen “Güvenlik Şube’ye” çıkardı.
Çoğu genç, pırıl pırıl bir polis ekibinin arasında buldum kendimi.
Hakkımdaki suçlamayı henüz bilmiyor, açıkçası merak da etmiyordum. Çünkü suç işlemediğimden emindim.
Ama trollerin yazdıklarından neyle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum.
Yarım saat kadar sonra avukatım Rezzan Aydınoğlu ve Ömer Teker gelince suçlamayı da........
© Fatih Altaylı
