İzmir grevinin gösterdikleri: Ne yapmamalı?
Geçtiğimiz hafta İzmir’de belediye işçilerinin ‘Eşit işe eşit ücret’ talebiyle başlattıkları grev, pek çok açıdan öğretici oldu. Grev çeşitli boyutlarıyla hararetli bir şekilde tartışıldı. Bu yazıda dikkat çekmek istediğim husus şu: İzmir grevi, Türkiye’deki demokrasi-otoriterlik tartışmasının sadece hukuki-siyasi prosedür konularına indirgenerek kavranmasının ne kadar büyük bir eksiklik olduğunu gösterdi. Bu konunun neden önemli olduğunu açayım.
Konunun odağında CHP olduğu için, CHP’nin otoriterleşme sürecini nasıl tanımladığıyla başlayabiliriz. CHP, otoriterliği ‘politik indirgemeci’ bir yorumla tanımlıyor. Yani, kuvvetler ayrılığının ortadan kalkması, hukukun üstünlüğü ilkesinden uzaklaşılması ve ifade özgürlüğünün sınırlanması, otoriterleşmenin temel özellikleri olarak sıralanıyor ve bu özellikler ‘tek adam rejimi’ olarak adlandırdıkları Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni (CHS) betimliyor. 19 Mart Operasyonu ile girişilen yeni süreç, önceki tanımın bir devamı olarak, seçilmişlere karşı yürütülen bir ‘darbe’ olarak görülüyor.
Bu yaklaşıma göre, otoriterleşme sadece siyasi bir sorun değil. Ekonomik sorunların kökeninde de bu otoriterleşme süreci var. Bunun nedeni, bu yaklaşımın siyasi otoriterlik ile piyasa ekonomisinin el ele gidemeyeceği varsayımına dayanması. Dolayısıyla, bu yaklaşım CHS sürdüğü sürece ekonomik sorunların çözümünün ya da ekonomik zorlukların hafiflemesinin kategorik olarak mümkün olmadığını savunuyor. Hatta, bırakın iyiye gitmeyi, bu yaklaşım ‘tek adam rejiminde’ ekonominin sürekli kötüye gideceğini varsayıyor. Bunun ardında da CHS sürdüğü müddetçe yabancı sermaye girişinin olmayacağı ve bu sistemin yatırımcıları kaçıracağı (hatalı) düşüncesi var.
Buraya kadar özetlediklerim, CHP’nin temel yaklaşımını yansıtıyor. Ancak bu yaklaşım sadece CHP’ye has değil. Bu tip bir otoriterlik tanımı, muhalefetin geniş kesimleri tarafından üzerinde uzlaşılan bir hareket noktası olarak görülüyor. Elbette bu sıraladığım sorunlar otoriterleşme sürecinin ayrılmaz parçaları. Yani okuyucu, ‘peki sorun ne?’ diye sorabilir.
Bu yaklaşımdaki temel sorun şu: Otoriterleşme, yapısal, sınıfsal ve tarihsel dinamiklerinden kopartılarak basitçe devlet-vatandaş ilişkilerinin düzenlenmesindeki eksiklikler olarak görülüyor. Bir başka ifadeyle otoriterleşme teknik ve hukuki bir prosedür sorunu olarak tanımlanıyor. Otoriterleşme süreci bir kere böyle tanımlandığında, demokratikleşme mücadelesi ‘hukukukun üstünlüğünün tesisi’ mücadelesi ve bu çerçevede kuvvetler ayrılığının yeniden sağlanması hedefleriyle şekilleniyor.
Bir adım daha atalım: Bu demokratikleşme mücadelesinin öznesi kimdir, diye sorduğumuzda, karşımıza değişen aktörler çıkıyor. 2023 öncesinde (Altılı Masa döneminde) bu aktör siyasi partiler olarak........
© Evrensel
