Yapısal çıkmazlar, hatalı tespit ve değerlendirmeler
2000’lerden 2010’ların ortalarına kadar, küresel finansal kriz dönemi hariç, görece istikrarlı bir biçimde genişleyen Türkiye ekonomisi, 2015 sonrasında bir yandan küresel finansal konjonktürün değişmesi bir yandan da büyüme döneminin ağırlaştırdığı yapısal sorun ve kırılganlıklar sonucunda yavaş yavaş daha istikrarsız bir görünüm sergilemeye başladı. Bu dönemi daha önce birçok yerde ayrıntılı olarak incelediğim için burada detaylarına girmeyeceğim. İlgilenenler Türkiye ekonomisinin yapısı: Yapısal sorunlar, kırılganlıklar ve kriz dinamikleri başlıklı çalışmaya göz atmak isteyebilir. Ancak alternatif ekonomi politikalarını tartışmaya başlayabilmek için bazı hatırlatmalarda bulunmakta fayda var:
Birincisi, Türkiye ekonomisinin bugün karşı karşıya bulunduğu durumun kökenleri, geç sanayileşen ve 1980’den itibaren dünya ekonomisiyle serbest ticaret ve serbest sermaye hareketleri yoluyla prematüre olarak eklemlenme politikalarını tercih eden kapitalist bir ekonominin yapısal sorun ve çelişkilerinde yatmaktadır. Bu yapı, ekonominin ağırlıklı olarak katma değeri düşük bir üretim patikasında kalmasına neden olmuştur. Düşük verimlilik, düşük ücretler ve özellikle küçük ve orta boylu işletmeler için finansman kısıtlarının yüksek olması buna eşlik etmiştir. Buna karşılık rantiyeci eğilimler genel olarak baskın çıkmış, birikim süreçlerinde devletin sağladığı imkanlar, destekler, ihaleler ve özelleştirmeler merkezi bir önem taşımıştır. Dış ticaretin ve sermaye hareketlerinin tamamen serbest bırakılması tercihi, kronik dış ticaret açığını ağırlaştırmış; dış ticaret açığını dış sermaye girişleri ile kapatma çabası da periyodik olarak kamu bütçesi, bankacılık sektörü ya da reel kesimde riskler, kırılganlıklar ve krizler yaratmıştır.
2001’den itibaren önce Kemal Derviş’in “Güçlü ekonomiye geçiş programı”yla sonrasında da Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları tarafından yapılan politika tercihleri, bir süre ekonomik büyüme ve istikrar yaratmış olsa da bu yapısal sorunları ağırlaştırmıştır. 2000’lerde ve 2010’larda, dünya ekonomisinde likidite bolluğu olan dönemlerde, artan dış sermaye girişleri sahte bir refah dönemi yaratırken, üretimin ithalata........
© Evrensel
