menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ekonomik kriz çevrimleri ve emek

12 6
12.01.2025

Ekonomik krizler tüm ekonomiyi çökertmekle beraber, toplumsal sınıfların politik güçleriyle ters orantılı olarak bireyleri yoksulluğa ve çaresizliğe sürükler. Kriz yaşayan bir ekonomiden sermaye kaçarken faaliyet alanları daralır, yükselen enflasyon ücret ve gelirleri eriterek, özellikle işsiz konumdaki emekçileri ve halkı derin bir yoksulluğa ve çaresizliğe sürükler. Daralan ekonomik süreçte kırsal bağlantıları olanlar kentsel alanlardan kırsal alanlara göç ederek, bir nebze de olsa yaşam koşullarının aşırı erimesine engel olmaya çalışırlar. Ülkemizde az olmakla beraber, kırsal bağlantıları olmayan kent-yoksulları ise derin ekonomik ve psikolojik sorunlarla boğuşmak zorunda kalır. Krizlerde yükselen işsizlik ve yıpranan aile yapıları kadınları ve çocukları şiddetle vurur. İnsanların ileriye ait umutlarının tükendiği durumlarda psikiyatrik bozukluklar ve kişilik sorunlar oluşur ya da baskılanan sorunlar su yüzüne çıkar. Yeterli beslenememe ve yoğun barınma sorunları salt o dönemin insanlarını etkilemekle kalmaz, koşullara bağlı olarak ileri dönemlerde bazı bedensel ve mental hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olarak, toplumun sağlık yapısını bozar, sosyal sermayenin zaman içinde nitel açıdan erimesine yol açarak, toplumun geleceğini tehlikeye atar.

Türkiye, çevresel konumlu bir ekonomi olarak, zaman zaman değişen boyutlarda cari açık ve kamu açığı vermekte olup, daimi risk potansiyeli ile mahluldür. Temel kriz sebebini oluşturan ikiz açık ve/veya yüksek enflasyon ve yüksek faiz gibi yapısal olgular aslında altyapıda üretim süreçlerinde var olan temel sorunların göstergeleridir. Zaman içinde uygulanan dışa kapalı büyüme stratejileri ikinci sınıf sanayileşmeye yol açarak, büyüyen nüfusu ve yükselen sosyal talepleri karşılayamamıştır. Nitekim üretimin karşılayamadığı talebin karşılanması hedefi, 1980 politikalarıyla ekonominin finansal alana savrularak, halen devam eden sıcak para politikalarına yönelmesi sonucunu doğurmuştur. Ancak finans piyasasının sığlığı da ani finansal şokların ülke sathında yarattığı risk boyutunu büyüterek, krizlerin sıklaşmasına neden olmuştur. Sıcak para politikası daimi cari açığın mevcudiyeti ve uluslararası ölçütlere göre yüksek borç stoku muvacehesinde ani finansman olanağı sağlama kolaylığı yaratırken, bir yandan ulusal ekonomide kriz riskini yükselterek, diğer yandan da dış ticaret hadlerini ithalat lehine çevirerek sorunu büyütüp uzun vadeye taşımış olur, nitekim Türkiye’de de bu sorun yaşanmıştır ve halen de yaşanmaktadır. Şöyle ki, sıcak para süreci, kısa dönemde cari açığın finansmanına çare oluştururken, bozduğu dış ticaret hadleri nedeniyle ithalatı yükseltip ihracatı baltalayarak uzun dönemde cari açığın sürgit devamına, hatta zaman içinde yükselmesine sebep olmuştur. Bu durum, reel üretim yanında ikincil sektör olması gereken finansal kesimi birinci sektör konumuna çekmiştir. Dış ekonomilerle finansal ilişki, uluslararası piyasalardan daha yüksek faiz haddinin cari olduğu ülkenin sıcak para çekmesini kolaylaştırır, fakat bu dinamik ekonomiyi uzun vadede krize sürükler. Şu anda Türkiye’nin işinde bulunduğu durum tam da bu olarak, halkın ve emekçilerin üzerinde Demoklesin Kılıcı gibi baskı yapmaktadır.

Temelde yapısal sorunların üzerinde yükselen yanlış ya da isabetsiz politikaların sürüklediği kriz ortamı emek cephesini ve halkımızı üç kez vurmuştur. Vurmuştur sözcüğünü kullanmanın mantığı şurada yatmaktadır ki, emekçi ve genel halkımız üzerindeki sistemik sermaye baskısı her daim mevcut olmakla beraber, genel durumun dışında kriz dalgasının belirgin yükseldiği üç dönem öne çıkmaktadır. Krizin yükseldiği dönemler olarak, birincisi Tansu Çiller dönemindeki 5 Nisan kararlarına yol açan kriz, ikincisi Özal dönemi başlangıcında uygulanan 24 Ocak kararlarına yol açan kriz, nihayet üçüncüsü ise günümüzde yaşanan derin kriz ve Mehmet Şimşek’in politikalarıdır.

1961 Anayasası kalkınmacı ve görece sosyal demokratik önlemleri ile öne çıkar. Anayasa hükümleri doğrultusunda Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu ve beşer yıllık kalkınma planları yapıldı. Planlama-programlama-bütçeleme sistemi (PPBS) olarak bilinen bu dönemde, iki sebepten dolayı beklenen sonuç elde edilemedi. Bunlardan birincisini Güney Kore ve Endonezya örneklerinde olduğu gibi, gelişen sektörlerin tedricen dış rekabete açılımı sağlanamayıp, içeride başat yerli sanayi yapısının etkisiyle mutlak kapalılık modeli uygulaması oluşturur. Dönemin ikinci zaafını ise, montaj işlemlerinde bazı Batılı firmalarla yapılan “montaj sözleşmeleri” çerçevesinde girdi fiyatlarına hakim olamamanın yanında, üretimin dış piyasaya satışının yasaklanması oluşturur. Böylece, görünürde teknolojiye dayalı sanayileşmeye geçildiği halde, özde düşük verimlilik nedeniyle sanayi yapısı dış dünya ile........

© Evrensel


Get it on Google Play