Susam Taneleri
Babam öldüğünde hayatın bir tarafı eksilmiş gibi hissetmiştim. Oysa o yaşta ölüm ne demek, tam anlamıyla bilmez insan. Sadece bir sabah uyanır ve babasının artık dönmeyeceğini anlarsın. Evin içinde yankılanan sessizlik büyür, annemin gözleri sanki hep uzaklara dalar… Ve ben, anlamını bilmediğim ama içimde kazınan bir yoksunluğun koynunda büyümeye başlarım.
Ankara’da başlamıştı hikâyemiz, ama çok geçmeden kırık dökük valizlere sığdırılmış hayatımızla Kırşehir’e doğru yola çıktık. Göç demeye dilim varmıyor. Çünkü göç, içinde umut taşır. Bizimkisi daha çok bir kaçıştı. Maddi imkânsızlıklar, eş dosttan uzak düşme korkusu, bir annenin iki çocuğunu sırtına alıp yeniden tutunma çabası…
Kırşehir’e vardığımızda mevsim sonbahardı. Ağaçlar dökülmüş yapraklarıyla şehir merkezine kırık bir sessizlik yayıyordu. Ev dediğimiz yer, kerpiç duvarlı, pencerelerinden rüzgâr sızan, sobasının borusu sürekli duman kaçıran bir gecekondudan farksızdı. Annem her sabah erkenden kalkar, çamaşır yıkar, evleri temizlemeye giderdi. Gözlerinin altı hep uykusuzluktan morardı ama bizden........
© Enpolitik
