Ellinci Vefat Yıl Dönümü Münasebetiyle Nurettin Topçu’yu Hatırlarken – I –
Giriş[1]
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda “hayat ne kadar hızlı akıyor” derlerdi de dedelerimiz, inanamazdık. Düşünsenize, 3-6 yıllık ilk çocukluk yıllarımız, ne kadar uzun bir geçmiş gibidir anılarımızda. 7-11 arası ikinci çocukluk dönemi de öyle… Yaşlılık psikolojisini idrak etmeye başlayınca, yani bizler de dedelerimizin yaşına gelince anladık, hayatın koşar adım bizlerden uzaklaştığını. Ve sevdiğimiz insanların kaybını hatırladıkça, zaman bilincimiz her gün biraz daha sarsıyor bizi. Analarımız, babalarımız, hocalarımız ve nice sevdiklerimizin geçmişi, birer hâtıralar yumağı olarak sarıp sarmalamakta biz yaştakileri. Meğer ki, bu da psikolojik zaman algısının bir başak türünden ibaretmiş.
Sevdiğimiz büyük insanlardan Nurettin Topçu’yu kaybedeli 50 yıl olmuş. Gençlikte, çoğumuz bugünleri göreceğimizi düşünmemiştik belki. Bendeniz de şahsen ne kadar düşündüm, bilemiyorum. Ama hamdolsun yaşadık ve 50 yılın ardından Hoca hakkında hatıralarımız sorulmakta. O hâlde vaktiyle bölük pörçük andığımız ve anlattıklarımızı toplayıp sunmak, bir vazife olacaktır.
Sesiyle Tanıdığım Nurettin Topçu Bağlamında
Şahsen, Nurettin Topçu Hocamızı simasıyla tanımadan önce bir nebze de olsa sesiyle tanıdım, desem yeridir. Yıl 1964 Baharı olmalı, Gaziantep Lisesi ikinci sınıftayız. Okulumuzda Gaziantep’in yerli ailelerinden, kendisi fizikçi olmakla beraber hemen her konuda çok kültürlü olduğu bilinen ve hürmet edilen bir hoca vardı: Ali Fuat Bilen. Onun ayni zamanda ildeki Milliyetçiler Derneği ile de ilgilendiğini, hafta sonları orada zaman zaman sohbetler edildiğini öğrendik. Bir pazar sabahı gittiğimizde 15-20 kişi toplanmış (bavul büyüklüğünde kocaman) bir teypten bir konuşmayı dinliyorlardı. Biz de kulak verdik, Ali Fuat Bilen Hoca, “Doçent Nurettin Topçu Bey’in verdiği bir konferansın bandı” dedi. Uzaktan veya muhtemelen kötü kaydedilmiş bir bant olduğu için, üstelik biz teybe çok yakın bulunmadığımız için net anlaşılmıyordu. Bitmeden kapattılar, Sonra o yumuşak ve tatlı üslûbuyla Bilen hocayı dinledik. Konuşmasını fazla anlayamasak da Nurettin Topçu’nun sesini ilk defa orda duymuş olduk. Hep merak ettim, acaba Hoca orada hangi konuda konuşuyordu? Üniversiteye gelince öğreneceğiz ki, 1953 yılında kapatılan “Türk Milliyetçiler Derneği”nin ardından merkezi İstanbul’da kurulan bu dernek, ağırlıklı olarak “Anadoluculuk” eksenli bir milliyetçilik programı takip ediyordu. Dernek tüzüğünü İstanbul’daki milliyetçi üniversite talebelerin ağabeyi Rahmi Eray’ın desteğiyle zamanın gençleri Prof. Orhan Okay ile Av. Ferruh Bozbeyli (sonra TBMM ve Parti G. Bşk.) hazırlamışlardı. Bu mütevazı derneğin, başta İstanbul’un fethi ve Mehmet Âkif anma programları olmak üzere düzenli kültür faaliyetleri yapmakla, konferanslar düzenlemekle bir neslin yetişmesinde önemli payı olsa gerek. Banttan dinlemeye çalıştığımız konuşma da muhtemelen Hocanın o konulardaki bir konferansı olmalıydı. Ne var ki, Nurettin Topçu ve idealist arkadaşlarının öncülüğünde 10 yılı aşkın faaliyet gösteren ve o zamanki tabirle “milliyetçi-mukaddesatçı” gençlerin yetişmesine katkıda bulunan bu dernek, ayni yılın (1964) Kasım ayında bazı talihsiz hizipleşmeler sonucu bölünmüştür. Oradan ayrılan ve Topçu Hoca ile arkadaşlarının görüşüşünde hareket eden bir grup, önce “Türkiye Milliyetçiler Cemiyeti”ni sonra da “Anadolu Fikir Derneği”ni kuracaklardır.[2]
Bununla bağlantılı sayılan ikinci hatırayı da sırası gelmişken anlatalım: Yine 1964 baharı. O zamanlar adını sıkça duyuran Türkiye İşçi Partisi’nin Gaziantep’te il kongresi yapılacağını öğrendik. Hoparlörlü taksilerle “Hân- ı Yağma” şiirini okuyarak duyuru yapıyorlardı. Pazar sabahı, tam G. Antep adliyenin karşısında (şimdiki pasajların yerindeki bir kahvede) kongrelerini icra ederken bizler de “ekabir” arkadaşlarımızın teşvikiyle kahvenin önünde 10-15 liseli genç toplandık, sonra da takip üzere içeri girdik. O sırada genel başkanları Mehmet Ali Aybar konuşuyor ve şimdi aklımda kaldığına göre, “artık dünyada sosyalizmin tek bir merkezi olmadığını, Moskova’dan başka merkezleri de bulunduğunu” anlatıyordu. Kongre’nin sanırım ortalarına doğru bizler dışarı çıkıp o zamanki mâlum sloganlarla bağrışmağa başlayınca içerden bir grup partililer ve gençler dışarı fırlayıp bize saldırdılar. Ne onlarda bir sopa v.s. var ne bizde, yumruk yumruğa bir kavga başladı. Ama şehrin merkezi olduğu için gürültüye caddeden koşarak gelenler oldu ve neredeyse her gelen bize arka çıkıyordu. Partililer içeri kaçtılar ama kısa bir müddet sonra sanki bütün Antep halkı oraya yığıldı. Müdahale eden polisler kahveyle halk arasında bir kuşak oluşturdu ve o anda sanırım kongreleri de tamamlanamadan başta G. Başkan M. Ali Aybar olmak üzere bütün yöneticiler aleyhte tezahürat altında polis koridorunun arasından adliye binasına geçirildiler. Bizler de böylece ilk sözde kahramanlığımızı tadıp, akşam arkadaşlarımıza öğünerek anlattık. Belirtmeliyim ki, bu benim (bu cinsten) ilk ve son kahramanlığım (!) oldu; bir daha (şüphesiz hayli mitinglere katılsak da) bu kabil bir nümayişe girdiğimi hatırlamıyorum. Çünkü olayın şekli geçekten çirkindi. Dört yıl sonra 1968’de Sovyet Rusya’nın Çekoslovakya’yı resmen işgali üzerine Aybar’ın, “sosyalizmin güler yüzüne gölge düşürdüler” tepkisini gazetelerden okuyunca ne kadar kötü bir iş yaptığımızı daha çok düşünmüşümdür. (Tabii, o tepki Aybar’a pahalıya mal oldu. Onun “millî sosyalizm” tezine karşılık, “enternasyonalist” olan ekipler partiyi elinden aldılar ve kendini siyaseten bitirdiler. Sonra anlayacağız ki, Aybar Türkiye şartlarında daha sağlıklı düşünmekte ve o gün itibariyle “pratikte enternasyonalizm, Sovyet çizgisine körü körüne bağlılığa dönüşmüştür.” demektedir. Kendilerinin buna kesinkes karşı olduğunu ve bu farkın onların “en temel ayırıcı özellikleri”ni teşkil ettiğini söylemektedir.)[3] Özellikle de gün gelip M. Ali Aybar’ın Nurettin Topçu ile milli meseleler ve yakın tarih hakkında hayli ortak düşünceleri olduğunu, Hocamızın onun 1965 Genel Seçimlerinde TİP Genel Başkanı olarak TBMM’ne girdiğini öğrenmesi üzerine, “Hele şükür, Meclis’e bir adam oğlu adam da girmiş”[4] dediğini okuyunca pişmanlığım bir kat daha arttı. Türkiye öteden beri ne badirelerden geçerek bugünlere geldi. (O badireler, maalesef hâlâ da bitmiş değil…)
Nurettin Topçu ve Milliyetçi Sosyalizm........© Enpolitik
