menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ankara’nın Suriye Çıkmazı: Kim Ne İstiyor, Kim Ne Yapıyor?

38 30
10.06.2025

Washington Şam eksenindeki pazarlıkların SDGyi büyük ölçüde ilgilendirdiği anlaşılıyor.

Muhtemelen Ankara’daki hükümetin bilgisiyle yürütülen görüşmelerin son aşamasında Şam sokaklarında billboardlara ABD Başkanı Donald Trump ‘un resimleri asıldı. Bu ne anlama geliyor? Parayı veren düdüğü çalar mı? Bal tutan parmağını yalar mı? Mühür kimdeyse Süleyman o dur mu?

Ankara ile daha uyumlu bir çizgide ilerleyen yeni yönetimle, Türkiye’nin Suriye politikası daha farklı bir düzlemde şekillendiği izlenimi kimseyi yanıltmasın. Çünkü evdeki hesabın çarşıya Ankara'daki hesabın da Şam’a uymadığı kısa sürede görüldü.

ABD-SDG arasındaki ensest ilişki maalesef belirleyiciliğini sürdürüyor. Bu reel politik durum, Türkiye’nin Suriye politikasını dar bir çerçeveye dahil edildiğini gösteriyor. Bu nedenle ABD’nin SDG’ye desteğinin Türkiye açısından yarattığı stratejik sıkışmayı hem de Ankara’daki güvenlik kurumları arasında Suriye politikasına dair yaklaşım farklarını içeren, daha kapsamlı ve bütünlüklü bir değerlendirmenin yapılması gerekiyor.

Suriye politikası üzerine geniş açıdan bir değerlendirme

Baba tarafından Irak kökenli Bangladeşli, anne tarafından ise Gürcü etnisitesine mensup, Amerikalı diplomat (bazılarına göre tescilli CIA ajanı) Joseph Pennington ile evli, ABD merkezli haber sitesi Al-Monitörde çalışan Amberin Zaman, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ya da Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı İbrahim Kalan’ın Abdi ile görüşeceğini iddia etmiş.

Amberin Zaman’ın çalıştığı ve katkı sunduğu kuruluşlardan aldığı, çalışma alanı Ortadoğu ve Türkiye olan CIA ajanı eşinin verdiği bilgiler onun bu konuda gerçekleşmesi mümkün olaylar örgüsünün ve bilgi ağının bir parçası olduğunu gösteriyor.

Türkiyeli politikacılar, halkın ilgisizliğini ya da bilgiye erişim konusundaki engelleri adeta bir sis perdesi gibi kullanıyor. Gerçeği eğip bükmekte, nabza göre şerbet vermekte ustalar. Bugün başka, yarın bambaşka konuşabiliyorlar; çünkü toplumun hafızasına güvenmiyor, sorgulamayan kalabalıkların arasında kaybolabileceklerini sanıyorlar. Ama unuttukları ne biliyor musunuz? Emile Zola’nın dediği gibi, "Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır."

Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) verdiği süreklilik arz eden destek, Türkiye’nin Suriye politikasındaki en hassas ve kırılgan başlıklardan biri olmayı sürdürüyor. Washington’un bu yapıya sağladığı askeri ve siyasi koruma kalkanı, Türkiye açısından sadece sahadaki güvenlik dengesini tehdit etmekle kalmıyor; aynı zamanda Ankara’nın diplomatik manevra alanını daraltarak, Türkiye’nin terörle mücadele çerçevesinde oluşturduğu uluslararası tezlerin sorgulanmasına da neden oluyor.

Türkiye'nin Suriye politikasında baskın kurum hangisi?

Son dönemde ortaya atılan, ABD’nin Türkiye ile SDG arasında arabuluculuk yaptığına dair iddialar, bu rahatsızlığı daha da derinleştiriyor. Ankara, böyle bir süreci SDG’yi meşrulaştırma çabası olarak görüyor ve bunu doğrudan ulusal güvenliğine yönelik siyasi bir tehdit olarak algılıyor.

Zira Türkiye için SDG, PKK’nın Suriye kolu niteliğinde bir yapı ve bu nedenle bir terör örgütü. ABD'nin, SDG’yi meşru bir aktör olarak konumlandırması, Türkiye açısından sadece bir dış politika çelişkisi değil, aynı zamanda iç kamuoyunda da ciddi bir siyasi baskı konusu.

Bu noktada önemli olan bir diğer dinamik, Türkiye’nin Suriye politikasının yalnızca siyasi iktidarın merkezinden yürütülmediği; aynı zamanda güvenlik bürokrasisinin farklı kademelerinde farklı öncelikler ve stratejik bakış açılarıyla şekillendiği gerçeğidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakın çevresindeki diplomatik kadrolar, yeni Şam yönetimiyle doğrudan temaslar yoluyla yeni bir denge kurmaya istekli bir yaklaşım sergilerken; Genelkurmay Başkanlığı ve askeri çevreler daha ihtiyatlı, daha güvenlik odaklı bir duruş benimsemektedir.

Sahadaki askeri dengeleri doğrudan yöneten ordu, SDG’nin tamamen tasfiye edilmeden ya da etkisiz hale getirilmeden herhangi bir siyasi sürece dâhil edilmesine sıcak bakmamaktadır. Bu çerçevede ordu, “önce güvenlik, sonra siyaset” yaklaşımını esas alarak sahada daha sert ve sonuç odaklı bir strateji izlemektedir.

Buna karşın Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT), Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarını çok boyutlu bir yapıda takip eden, diplomatik ve askeri alanlar arasında geçişkenlik kurmaya çalışan daha esnek bir pozisyon almıştır. MİT gerek rejimle dolaylı temaslar kurma gerekse SDG içerisindeki çözülmeleri takip etme bakımından sahada etkin bir pozisyon elde etmiş; zaman zaman Dışişleri ve TSK arasında köprü rolü oynamıştır. Bu da........

© ENP Haber