Esnaf
Agentic AI ile ilgili tasarım yapanların esnaf deneyiminden yola çıkarak sistem kurmaları bir rekabet avantajı yaratabilir.
Biz her inovasyonu ileriye yönelik bir çalışmanın sonucu sanıyoruz ama aslında değil. Aslında inovasyon, zaten yapılan bir işin daha az zahmetle yapılması yoluyla daha fazla sürüm ya da daha yüksek değer yaratma sanatıdır. Bunun temeli Ar-Ge olabileceği gibi sadece gözlem de olabilir. Örneğin süpersonik yani sesten hızlı uçan yolcu uçağı olarak tasarlanmış olan Concorde’un iniş ve kalkışta farklı açı alabilen ön bölümü tasarlanırken kuşların aynı hareket esnasında gagalarına ne şekil verdiklerinin bilgisinden, daha doğrusu görgüsünden yola çıkılmıştı. Ancak bu çarpıcı örnek, zaman içinde Concorde’un uçuşlarına son vermesine neden olan bir ekonomik değişim karşısında bir kurtarıcı olamadı.
Bunun esnafla ne ilgisi var diyebilirsiniz ve demelisiniz ki ben de yanıt vereyim. Concorde düzenli olarak ABD’ye gitmek isteyen ama daha iyisi zorunda olan bir kitleye hizmet ediyor olsaydı, biraz daha uzun süre hayatta kalabilirdi. Ben üniversiteye giderken, özellikle ilkbaharda otobüsle Beşiktaş’a iner, arkadaşlarla biraz zaman geçirdikten sonra oradan motorla Üsküdar’a geçip dolmuşla Kadıköy’e devam ederdim. Üsküdar’da o zaman Amerikan otomobilleri dolmuş olarak çalışıyordu. Hem Beşiktaş-Üsküdar hattındaki motorlar hem de bu dolmuşlar doldukça hareket ettikleri için çok hızlı bir güzergâh olurdu.
Ancak işin daha güzel bir yanı vardı: dolmuşçular. Bu ağabeyler, İstanbul’un gerçek anlamda entelijansiyasıydı. Bir şoför ağabeyin bana mahkemede yüksek yargıç (kıdemli anlamında kullanıyordu) bir müşterisinden bahsettiğini hatırlıyorum. Hukuk sohbeti yapmıştık. Ne konuşmuştuk hatırlamıyorum ama böyle insanların olduğunu hatırlıyorum.
Bir gün Kadıköy’den Üsküdar’a dolmuşla giderken bir araba çevre yolundan dengesiz bir şekilde yola girdi, sonrasında sağa çekip ırgat pazarında iş bekleyen üç kişiyi arabasına aldı. Sarı bir Mercedes’ti ama eski Rum evlerinin sarısından. Şoför bana, “Cüneyt ağabeyin arabası. Bu ara biraz alkol sorunu var. Çevrede herhalde birinin arabasına sürttü. Kavga çıkmasın diye arabaya yükleme yapıyor” demişti. O zamanın dolmuşçuları da “ekmeğinin peşinde olan kişilerdi” ama daha önemlisi esnaflardı.
Esnafın daha önceki dönemdeki çocuk halim için güzelliği ise başkaydı. Ne kadar küçük olursanız olun esnaf sizi “ağabey” ya da “abla” diye karşılardı. Tabii ki yanımızda, anne ya da babamız olurdu ama çocuk olarak biz ikram yapılan premium müşteriydik. Turşucu turşu suyu ya da salatalık; manav meyve ikram ederdi. Ciğercide “bunu ağabeyime pişirirsiniz” diye pakete ek yapılırdı. Sohbet edilip alışveriş yapılırdı. Bunun basit bir şey olduğunu düşünmeyin: bugün probiyotik ya da organik diye yerlere göklere sığdırılamayan ürünleri biz yerinde üretilmiş olarak en yüksek kalitesiyle edinebiliyorduk. Daha da önemlisi, herkes yaptığı işi en ince ayrıntısına kadar biliyordu. Hatta mahallemizde üç tane ineği olan bir kadın bile vardı.
Hayatımda hatırladığım ilk dönem sayabileceğim 1970’li yıllarda, tedarik zinciri bozulunca bu sistem de darbe aldı. Petrol krizinde Adapazarı’ndan soğanın, margarinin ve daha yaygın kullandığımız biçimiyle Sana yağının, Kocaeli’nden tüp gazın gelemediği bir dönem yaşadık. Bu dönemde, insanların ekonomik sıkıntıya girmesiyle tüketim sıkıştı ve bu yerel esnaf sorun yaşamaya başladı.
Bugünden geçmişe baktığımda, en dikkat çekici olan, muhtemelen yoğurtçunun mahalledeki sütçüden aldığı sütü azaltması nedeniyle sütçünün bize süt satmaya çalışmasıydı. Anneme “Beş litre yeter mi?” dediğini hatırlıyorum. Annemde almıştı ama bizim öyle bir süt ihtiyacımız olmadığı için sonrasında sütlaçtan yoğurda kadar bir dizi şey üreterek o miktardaki sütü........
© Ekonomim
