Dünya ekonomisindeki değişim ve Türkiye
Küreselleşme sürecinde yüz milyonlarca insanın mutlak fakirlikten kurtulup orta gelir seviyesine yükselmesi ne kadar gerçekse, bu süreçte baş gösteren dengesizliklerin sürdürülemez olduğu da o kadar gerçek. Trump’ın ilk dönemine kadar dünyadaki hakim anlayış, küresel iş birliğinin sadece ekonomik dengesizlikleri değil, giderek ağırlaşan iklim krizinden, salgın hastalıklarla mücadeleye kadar pek çok sorunu çözmede etkili olacağı idi. Ne var ki, Çin ve Rusya başta olmak üzere bazı ülkelerin samimi bir iş birliğine yanaşmaması, hatta küreselleşmeyi kendi çıkarları lehine ama diğer ülkelerin aleyhine olacak şekilde manipüle etmeleri, son yıllarda mevcut haliyle küreselleşmenin sürdürülemeyeceğini düşünenlerin sayısını artırdı. Hiç şüphesiz ideal olanı, bütün ülkelerin koordineli bir şekilde hareket ederek, bu dengesizlikleri ortadan kaldırmayı hedeflemesi. Geldiğimiz noktada bunun böyle olmayacağı açık bir şekilde görülüyor. Her koyunun kendi bacağından asılacağı bu yeni düzende, Türkiye olarak ne gibi risk ve fırsatlarla karşı karşıya kaldığımızı tartışmamız gerekiyor.
Küreselleşmenin bugün yaşadığı krizle ilgili tartışmalar aslında hiç de yeni değil. Harvard Üniversitesi’nden Dani Rodrik 2007’de yazdığı “Dünya Ekonomisinin Kaçınılmaz Üçlemesi” isimli makalede*, küreselleşmenin bugün yaşadığı krizin haberini bize veriyordu. Rodrik, demokrasi, ulusal egemenlik ve derin bir uluslararası iş birliğinin üçüne birden ve tam olarak aynı anda sahip olmanın imkansız olduğunu, bu üçünden en fazla ikisinin aynı anda mevcut olabileceğini iddia ediyordu. Rodrik, tezinin doğrulanması için pek de uzun süre beklemek zorunda kalmadı: Son 30 yılda çok derin bir ekonomik, siyasi ve toplumsal iş birliğine giden Avrupa Birliği ülkeleri, bu yolda belki demokrasiden taviz vermediler ama ulusal egemenliklerinden ödün vermek durumunda kaldılar. Ne var ki,........
© Ekonomim
