menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İzahattan “gibi”ye vergide dijital evrim

15 0
08.09.2025

Burcu ALPTEKİN

Vergi Müfettişi

Küresel ölçekte bilgi teknolojilerinin, yapay zekâ sistemlerinin ve dijitalleşmenin yarattığı dönüşüm, artık yalnızca teknik bir ilerleme ya da bilişim sektörünün sınırlarını aşan bir inovasyon süreci olmaktan çıkarak, doğrudan doğruya hukuki düzenlemelerin kapsamını, kamu otoritesinin sorumluluklarını, mükelleflerin hak ve yükümlülüklerini, ekonomik faaliyetlerin işleyiş tarzını ve devlet–birey ilişkisinin çerçevesini kökten etkileyen çok boyutlu bir paradigma değişimi haline gelmiştir; bu bağlamda Avrupa Birliği’nin uzun yıllara yayılan teknik çalışmalar, paydaş istişareleri ve regülasyon politikaları sonucunda ortaya koyduğu Yapay Zekâ Yasası (Artificial Intelligence Act, AI Act), yalnızca dijital teknolojiler alanında değil, aynı zamanda hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki güvenlik, öngörülebilirlik ve hesap verebilirlik açısından da yeni bir standart oluşturmuş bulunmaktadır.

Söz konusu düzenleme, risk esaslı bir kategorizasyon modeli üzerinden yapay zekâ sistemlerini yasaklı uygulamalar, yüksek riskli uygulamalar, sınırlı riskli uygulamalar ve asgari riskli uygulamalar olarak dört ana sınıfa ayırmakta ve her bir kategori için farklı düzeylerde şeffaflık, güvenlik, gözetim ve hesap verebilirlik yükümlülükleri öngörmekte; böylelikle yapay zekâ temelli sistemlerin bireylerin temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmemesi, kamu güvenliği ve demokratik düzen bakımından risk yaratmaması, piyasada haksız rekabet doğurmaması ve en önemlisi de toplumsal güven ilişkisini zedelememesi hedeflenmektedir. Bu yaklaşım, salt teknolojik bir düzenleme olmanın ötesinde, dijitalleşmenin toplum, hukuk ve kamu idaresi üzerindeki bütüncül etkilerini normatif düzeyde kavramaya çalışan bir çerçeve olarak dikkat çekmektedir.

Türkiye bakımından bu gelişmenin özel bir anlamı vardır; zira Türk vergi hukukunda Vergi Usul Kanunu’nda (VUK) düzenlenen izahat müessesesi, mükelleflerin tereddüt ettikleri hukuki ve vergisel konularda idareden yazılı görüş alma ve böylece kendi işlemlerini hukuki güvenlik içinde gerçekleştirme imkânı tanıyan bir kurum olarak uzun süredir uygulanmakta olup, bu mekanizma geleneksel işleyişi itibarıyla bürokratik süreçlere ve yazılı belge alışverişine dayansa da, günümüzde dijitalleşme ve yapay zekâ uygulamaları çerçevesinde yeniden yorumlanması gereken bir alan haline gelmiştir.

Bu noktada özellikle Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) tarafından geliştirilen GİBİ dijital yapay zekâ uygulaması, mükelleflerin vergisel sorularına anında cevap verebilmesi, mevzuatın güncel hükümlerini yorumlayabilmesi ve kullanıcı dostu bir arayüzle mükellef-idare etkileşimini kolaylaştırması bakımından klasik izahat müessesesinin dijital çağdaki karşılığı niteliğini taşımakta; ancak burada da AB AI Act’in ortaya koyduğu risk temelli yaklaşım, yüksek riskli yapay zekâ sistemleri için öngörülen şeffaflık ve gözetim yükümlülükleri dikkate alındığında, GİBİ gibi sistemlerin yalnızca teknik araçlar olarak değil, aynı zamanda hukuki güvenlik ve mükellef haklarının korunması bağlamında değerlendirilmesi zorunluluk arz etmektedir.

Dolayısıyla bu günkü yazımız ile Avrupa Birliği Yapay Zekâ Yasası’nın sistematik analizi yapılacak, Türk vergi hukukunda izahat müessesesi kapsamlı biçimde incelenecek, GİBİ dijital yapay zekâ uygulaması teknik ve hukuki boyutlarıyla ele alınacak ve nihayetinde karşılaştırmalı hukuk perspektifinde değerlendirmeler yapılarak Türkiye’nin bu alandaki mevzuat uyumu, uygulama sorunları ve çözüm önerileri ortaya konulacak ve bahse konu tüm hususlar sizlerin değerlendirmelerine sunulacaktır.

Avrupa Birliği’nin hukuk yapım sürecinde dijitalleşme, veri koruma ve yapay zekâ konularının giderek merkezi bir yer işgal etmeye başlaması, yalnızca teknoloji politikalarının bir yansıması değil, aynı zamanda Birlik düzeyinde temel hak ve özgürlüklerin korunması, rekabet hukukunun işleyişi, idarenin hesap verebilirliği ve piyasa düzeninin güvence altına alınması bakımından da yeni bir regülasyon mantığının doğduğunu göstermektedir; zira Avrupa Birliği’nin en temel hukuki belgelerinden olan Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ile uyumlu bir biçimde tasarlanan Yapay Zekâ Yasası (Artificial Intelligence Act, AI Act), teknoloji ile hukuk arasındaki gerilimi yalnızca teknik standartlarla değil, aynı zamanda normatif ilkelerle çözmeye çalışan bir düzenleme olarak dikkat çekmektedir.

Bu yasa, yapay zekâ sistemlerinin doğası gereği öngörülemeyen sonuçlar yaratma potansiyeli taşıması, algoritmik karar verme süreçlerinin şeffaf olmaması, bireylerin özel hayatına, kişisel verilerinin korunmasına ve ayrımcılık yasağına yönelik tehditler barındırması gibi riskleri göz önünde bulundurarak, risk esaslı bir sınıflandırma modeli benimsemekte ve yapay zekâ uygulamalarını dört ana kategoriye ayırmaktadır:

Yasaklı Yapay Zekâ Uygulamaları: Temel hakları açıkça ihlal eden, demokratik düzene ve bireysel özerkliğe zarar veren, örneğin kitlesel biyometrik gözetim sistemleri, sosyal puanlama mekanizmaları ya da manipülatif davranışsal yönlendirme algoritmaları gibi uygulamalar bu kapsama girmekte olup, AB düzeyinde mutlak bir yasaklama ile karşı karşıya kalmaktadır; bu düzenleme, dijitalleşmenin sınırsız bir özgürlük alanı olmadığını, tam tersine bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması için sıkı bir hukuki çerçeveye ihtiyaç bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Yüksek Riskli Yapay Zekâ Uygulamaları: Kamu hizmetleri, sağlık, eğitim, adalet ve finans gibi alanlarda kullanılan, bireylerin hayatlarını doğrudan etkileyen ve potansiyel olarak ciddi zararlara yol açabilecek sistemler bu kategoriye dâhil edilmekte ve bu tür uygulamalar için özel denetim mekanizmaları, güvenlik sertifikaları, insan gözetimi, algoritmik şeffaflık ve sürekli raporlama yükümlülükleri öngörülmektedir; vergi idaresinde kullanılabilecek yapay zekâ sistemleri de, mükelleflerin mali yükümlülükleri, hak ve ödevleri üzerinde doğrudan sonuç doğuracağı için, bu bağlamda yüksek riskli kategori içerisinde değerlendirilmeye adaydır.

Sınırlı Riskli Yapay Zekâ Uygulamaları: Bu grupta yer alan sistemler için temel yükümlülük, kullanıcıların ilgili sistemin yapay zekâ destekli olduğunu bilmesi, yani şeffaflık ilkesinin sağlanmasıdır; örneğin sohbet robotları, metin üretici yapay zekâ uygulamaları veya otomatik müşteri destek sistemleri bu kapsama girmekte ve kullanıcıların yanıltılmaması amacıyla bilgilendirme yükümlülüğü ön plana çıkmaktadır.

Asgari Riskli Yapay Zekâ Uygulamaları: Oyunlarda, eğlence yazılımlarında veya düşük etkili algoritmik öneri sistemlerinde kullanılan yapay zekâ çözümleri bu kategoriye girmekte ve herhangi bir ek düzenleme ya da sınırlamaya tabi tutulmamaktadır.

Yasa, bu sınıflandırmayı ortaya koyarken yalnızca teknik bir kategorizasyon yapmamakta, aynı zamanda hukuki güvenlik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve temel hakların korunması ilkelerini normatif zemin olarak benimsemektedir; bu yönüyle Yapay Zekâ Yasası, örneğin Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR) ile birlikte düşünüldüğünde, Avrupa Birliği’nin dijital alanda temel hak merkezli bir yaklaşım benimsediğini ve teknolojiye yalnızca ekonomik rekabet unsuru olarak değil, aynı zamanda demokratik düzenin korunması açısından da baktığını göstermektedir.

Öte yandan, AI Act’in en dikkat çekici yönlerinden biri, idari gözetim ve yaptırım mekanizmalarını güçlü kılmasıdır; zira yüksek riskli yapay zekâ sistemlerinin üreticileri ve kullanıcıları için kayıt tutma, sistem güncellemelerini raporlama, algoritmik süreçlerin açıklanabilirliğini sağlama gibi yükümlülükler getirilmiş, ayrıca üye devletlerin ulusal düzeyde yetkili otoriteler belirleyerek bu sistemlerin gözetimini sağlamaları öngörülmüştür; böylelikle yalnızca özel sektör değil, kamu otoriteleri de düzenlemenin yükümlülükleri altında kalmaktadır.

Bu noktada vergi idaresinde kullanılacak yapay zekâ sistemlerinin, özellikle mükelleflerin beyanları, vergisel yükümlülükleri, idari yaptırımlara maruz kalmaları gibi doğrudan hukuki sonuçlar doğuracak alanlarda işlev görmesi nedeniyle yüksek riskli kategori içinde değerlendirilmesi gerektiği açıkça ortaya çıkmakta; bu durum da Türkiye’de Gelir İdaresi Başkanlığı’nın dijital uygulamaları açısından AB standartlarının dikkate alınmasını zorunlu hale getirmektedir.

Türk vergi sisteminde uzun süredir tartışılan ve uygulanan kurumsal yapılardan biri olan izahat müessesesi, esasında mükelleflerin, vergi kanunlarının karmaşık yapısı, sık değişen mevzuat hükümleri ve uygulamada ortaya çıkan tereddütler karşısında, idarenin resmi ve bağlayıcı nitelikte açıklamalarına başvurma hakkını düzenleyen bir mekanizma olarak ortaya çıkmış, özellikle de Vergi Usul Kanunu’nun 413 ve devamı maddelerinde yasal dayanağını bulmuştur; bu düzenleme çerçevesinde mükellefler, vergisel işlemleri konusunda tereddüt yaşadıkları hususlarda Gelir İdaresi Başkanlığı’na başvurmakta ve “özelge” ya da “mukteza” olarak adlandırılan yazılı izahatlar ile kendi işlemlerinin hukuka uygunluğunu garanti altına almaktadır.

Bu bağlamda izahat müessesesi, yalnızca teknik bir idari prosedür değil, aynı zamanda hukuki güvenlik ilkesinin somutlaşmış hali olarak görülmelidir; zira mükelleflerin önceden öngörebildikleri, idarenin bağlayıcı bir açıklama ile kendilerini yönlendirdiği ve bu açıklamanın ileride yapılacak vergi incelemelerinde dikkate alınacağı bir sistem, hem mükellef–idare ilişkisini güven esasına dayandırmakta hem de vergi yükümlülüğünün yerine getirilmesinde belirlilik sağlamaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında ve Danıştay içtihatlarında da hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkelerinin vergi hukukunda merkezi bir rol oynadığı, mükelleflerin yalnızca kanun metinlerinden değil, idarenin yorum ve uygulama tarzından da beklenti oluşturdukları vurgulanmaktadır.

Özelge mekanizmasının en önemli özelliği, bağlayıcılık hususudur; zira idare tarafından verilen izahat, yalnızca başvuru yapan mükellef bakımından bağlayıcı olmakta ve idareyi bu açıklamaya uygun davranmaya zorlamakta, ancak üçüncü kişiler bakımından doğrudan bağlayıcılık taşımamaktadır. Bununla birlikte, uygulamada Gelir İdaresi Başkanlığı’nın özelge havuzunu internet üzerinden yayımlaması sayesinde, üçüncü kişilerin de dolaylı yoldan bu izahatlardan yararlanması mümkün hale gelmiştir; bu durum, mükellefler arasında bilgi asimetrisinin azaltılması, öngörülebilirliğin güçlendirilmesi ve vergi sistemine güvenin artması bakımından son derece önemlidir.

Ancak, bu mekanizmanın klasik işleyişi bazı sorunlar doğurmaktadır. Öncelikle özelge başvurularının incelenmesi ve yanıtlanması uzun zaman almakta, çoğu durumda mükellefler aylarca beklemek zorunda kalmakta ve bu süreçte ekonomik kararlarını belirsizlik altında sürdürmek zorunda kalmaktadır. Ayrıca, özelgelerin çoğu durumda çok teknik bir dilde kaleme alınması, mükelleflerin kolayca anlayabileceği açıklıkta olmaması da başka bir sorun alanıdır. Tüm bunlar, izahat müessesesinin geleneksel formunun dijital çağın hız, şeffaflık ve erişilebilirlik taleplerini karşılamada yetersiz kaldığını göstermektedir.

Buna karşın, izahat müessesesinin normatif çerçevesi dikkate alındığında, bu kurumun özünde bir idare–mükellef iletişim kanalı olduğu, idarenin mükellefler üzerinde cezalandırıcı değil, yönlendirici ve........

© Ekonomim