Fonlar konuşur, şirketler hayatta kalır
Bugünkü yazımız ile klasik iktisadın görünmez eliyle şekillenen piyasalardan, Keynesyen müdahaleciliğin ve kurumsal iktisadın gölgesine sığınan modern işletmelere kadar uzanan tarihsel bir yelpazede, şirketlerin sermaye yapılarında denge arayışına cevap veren çağdaş bir enstrümanı—sermaye tamamlama fonunu—masaya yatırıyoruz. Adam Smith’in bireysel çıkarın toplumsal faydaya evrildiği o büyük varsayımından bu yana, sermaye birikimi, yalnızca üretim faktörlerinden biri değil; aynı zamanda sistemin işlemesini mümkün kılan bir “kurumsal refleks” hâline gelmiştir. Ancak sermaye, durağan değil; krizlerle, belirsizliklerle, regülasyonlarla sınanan bir yapıdır. Tam da bu noktada, sermaye yetersizliği ya da kaybı yaşayan şirketlerin yeniden yapılanma süreçlerinde devreye giren sermaye tamamlama fonu, bir tür finansal “dengeleyici mekanizma” olarak öne çıkmaktadır.
Neoliberal iktisadın öz sermaye bağımlılığına yaptığı vurguya karşın, post-kriz dönemlerinin yarattığı kırılganlıklar, daha esnek ve hibrit çözümlere olan ihtiyacı su yüzüne çıkarmıştır. Bu fonlar, tam da bu ihtiyacın ürünüdür; zira sermaye artırımı yoluyla değil, doğrudan borçlar karşısında bir tür “sessiz ortaklık” işlevi gören katkılarla şirketi yeniden dengeler. Böylece sermaye tamamlama fonu, bir yandan bilanço matematiğini düzeltirken, diğer yandan şirketin piyasa içindeki konumunu, görünürlüğünü ve yatırımcı nezdindeki güvenilirliğini restore edecektir. Bu anlamda sermaye tamamlama fonu sadece bir teknik müdahale değil; aynı zamanda rasyonel seçim kuramı çerçevesinde şirketin varoluşsal kararlarını biçimlendiren stratejik bir tercih olarak da yorumlanabilecektir.
Bu günkü yazımız ile, sermaye tamamlama fonunun ne olduğu sorusunu yalnızca tanımsal düzeyde cevaplamayı değil; aynı zamanda Türk Ticaret Kanunu açısından sermayenin tamamlamasına ilişkin düzenlemeler, bahse konu fonun Kurumlar Vergisi ve Katma Değer Vergisi açısından anlam ve ifadesi, şirket kayıt ve işlemleri noktasında ve Tek Düzen Hesap Planı ve Finansal Raporlama Standartları gerçeği altında hangi hesaplarda kayıtlanarak anlam bulacağı, bu fonun enflasyon düzeltmesi, zarar mahsubu gibi spesifik konularda nasıl yön bulacağı hususları hakkında görüşlerimizi sizlerle paylaşmayı planlıyoruz.
Bilindiği üzere; Türk Ticaret Kanununun 376/1’inci madde hükmü ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zararlar sebebiyle yitirilmesi durumunda genel kurulun alabileceği önlemlerden biri sermayenin tamamlanması olarak nitelendirilmiştir. Şunu belirtmekte fayda görüyorum; bu durumun gerçekleşmesi halinde söz konusu hüküm kapsamında da genel kurulun bir karar alma zorunluluğu bulunmamaktadır. Bunun yanında, TTK’nın 376/2’nci maddesinde belirtilmiştir ki, faaliyetine devam eden bir şirketin sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zararlar sebebiyle yitirilmesi halinde genel kurul ya sermayenin azaltılmasına ya da sermayenin tamamlanmasına karar vermek zorundadır ki aksi halde şirket kendiliğinden sona erecektir. Dolayısıyla şirketin, şirket pay sahiplerinin, şirket alacaklılarının ve diğer sermaye piyasası aktörlerinin yatırımlarını ve genel ekonomik menfaatlerini korumayı amaçlayan düzenlemelerden biri, TTK m. 376 hükmü olmuş, bu yapısıyla da sermaye kaybı ve borca batıklık kavramları, TTK m. 376’da düzenlenmiş; mevcut ekonomik konjonktür de dikkate alınmak suretiyle 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376. maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ ile de uygulamaya ilişkin bazı ek düzenlemeler getirilmiştir.
Bu çerçevede TTK’ya göre nedir “Sermayenin Tamamlanması”;
Konuya münhasır TTK’nın 376. maddesi şu şekilde düzenlenmiştir;
“Madde 376 - (1) Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşılırsa, yönetim kurulu, genel kurulu hemen toplantıya çağırır ve bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar.”
(2) “Son yıllık bilançoya göre, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, derhâl toplantıya çağrılan genel kurul, sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlanmasına karar vermediği takdirde şirket kendiliğinden sona erer.”
(3) “Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim kurulu, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır. Bu bilançodan aktiflerin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması hâlinde, yönetim kurulu, bu durumu şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine bildirir ve şirketin iflasını ister. Meğerki iflas kararının verilmesinden önce, şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları, alacaklarının sırasının diğer tüm alacaklıların sırasından sonraki sıraya konulmasını yazılı olarak kabul etmiş ve bu beyanın veya sözleşmenin yerindeliği, gerçekliği ve geçerliliği, yönetim kurulu tarafından iflas isteminin bildirileceği mahkemece atanan bilirkişilerce doğrulanmış olsun. Aksi hâlde mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılmış başvuru, iflas bildirimi olarak kabul olunur.”
Dahası adı geçen kanun maddesinin gerekçesinde, “pay sahiplerinin, alacaklıların, sermaye piyasası aktörlerinin yatırımlarını ve genel ekonomik menfaatleri korumayı amaçladığı” belirtilmiştir. Bu bağlamda, bir şirketin finansal yapısının sağlam, sürdürülebilir ve dengeli bir biçimde işlemesi, yalnızca şirket ortaklarının değil; aynı zamanda çalışanların, alacaklıların, yatırımcıların, kamu otoritelerinin ve nihayetinde ekonomik sistemin bütününe dolaylı ya da doğrudan şekilde etki eden tüm menfaat sahiplerinin ortak çıkarı açısından büyük önem arz etmektedir. İşte bu nedenledir ki, mevzuat koyucu, şirketlerin öz sermaye yapılarında meydana gelebilecek olası erimeleri dikkate alarak, özellikle sermaye ve kanuni yedek akçelerin yarısından fazlasının kaybedilmesi durumunda alınabilecek önlemlerin belirlenmesini şirketin en üst karar organı olan genel kurulun takdirine bırakmış; ancak sermaye ve yedek akçelerin üçte ikilik kısmının zayi olması gibi daha ağır sonuçlar doğuran finansal zafiyet hallerinde, şirketin faaliyetlerine devam edip etmeyeceğine ilişkin kritik kararların alınabilmesini teminen bazı iyileştirici önlemlerin uygulanmasını zorunlu kılmış; bunun da ötesinde, şirketin bilançosunda yer alan toplam varlıkların, mevcut borçların tamamını karşılayamayacak düzeye gelmesi gibi iflas eşiğine işaret eden durumlarda ise, yürürlüğe konulacak yasal süreçlerin çerçevesini çizmiş ve tüm bu olumsuzlukların tespit edilip ilgili mercilere zamanında bildirilmesi sorumluluğunu da doğrudan şirketin yönetim organlarına yükleyerek, kurumsal yönetim ilkeleriyle uyumlu, sorumluluk temelli bir denetim ve müdahale mekanizması oluşturmayı hedeflemiştir.
Dolayısıyla TTK’nın mevzuatsal bağlamında şu varyasyonlarla karşı karşıya kalmaktayız;
Sermaye ve Kanuni Yedek Akçeler Toplamının En Az Yarısının Kaybı Durumunda Yönetim Kurulunun Yükümlülükleri ve Genel Kurulun Takdir Yetkisi
Türk Ticaret Kanunu’nun 376. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen ve sermaye şirketlerinin mali sürdürülebilirliğini gözeten koruyucu hükümler arasında yer alan düzenleme uyarınca, şirketin zarara uğraması sonucunda öz kaynak kalemlerinden sermaye ve 519. madde kapsamında ayrılmış olan kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının yahut yarısından daha fazlasının fakat üçte ikisinden daha azının kaybı durumunda, şirketin yönetim organına yani yönetim kuruluna, şirketin mali yapısını yeniden yapılandırma ve potansiyel bir mali krizin derinleşmesini önleme amacıyla hareket geçme yükümlülüğü yüklenmiştir. Bu çerçevede yönetim kurulu, belirlenen yasal süre içinde şirketin içinde bulunduğu mali tabloyu dikkate alarak, mevcut durumun iyileştirilmesi yönünde alınması gereken tedbirlerin gerekliliğini değerlendirmek ve bu kapsamda alınabilecek tedbir önerilerini sunmak üzere şirket genel kurulunu toplantıya davet etme görevini ifa etmekle mükelleftir.
Kanun koyucunun söz konusu madde kapsamında öngördüğü müdahaleci mekanizmaların gerekçesinde de belirtildiği üzere, yönetim kurulunun genel kurula sunacağı çözüm önerileri arasında sermaye artırımı, kaybedilen sermayenin tamamlanması, üretim süreçlerinin yeniden yapılandırılması suretiyle bazı birimlerin kapatılması yahut küçültülmesi, iştiraklerin elden çıkarılması, şirketin pazarlama stratejilerinin revize edilmesi gibi mali ve operasyonel iyileştirici önlemler yer almakta olup; gayet tabiki bu önerilerin alternatifli, rasyonel temellere dayalı ve karşılaştırmalı bir şekilde hazırlanarak genel kurulun takdirine sunulması beklenmektedir. Ancak burada altı özellikle çizilmesi gereken husus, yönetim kurulu tarafından sunulan önlemlerin bağlayıcı birer karar değil, yalnızca öneri niteliği taşıyor olmasıdır. Nitekim Sermaye Kaybı ve Borca Batıklık Tebliği’nin 6/4. maddesi çerçevesinde, genel kurul bu önerileri olduğu gibi kabul edebileceği gibi, önerilerde değişiklik yaparak kabul etme veya tamamen farklı bir iyileştirici çözüm benimseyerek uygulama kararı alma konusunda da serbesttir.
Bu noktada dikkat çekici bir diğer hukuki gerçeklik, şirketin sermayesinin ve kanuni yedek akçelerinin yarısına kadar olan kaybı durumunda genel kurulun herhangi bir karar alma zorunluluğunun bulunmaması, yani müdahalenin bir yönüyle teşvik edilmesine karşın zorunlu tutulmaması; bu haliyle düzenlemenin, şirketin iç dinamiklerine, yönetim vizyonuna ve pay sahiplerinin kolektif değerlendirmesine bağlı olarak şekillenen esnek bir müdahale rejimi sunduğu görülmektedir.
Sermaye ve Kanuni Yedek Akçeler Toplamının En Az Üçte İkisinin Kaybı ve Zorunlu Müdahale Eşiği
Ancak şirketin maruz kaldığı zararların, sermaye ve 519. madde kapsamında ayrılmış olan kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisine yahut daha fazlasına ulaşması halinde, Türk Ticaret Kanunu’nun 376. maddesinin ikinci fıkrası devreye girmekte ve artık şirketin geleceğine ilişkin alınacak kararların niteliği farklı bir boyuta taşınmaktadır. Bu noktada, şirketin genel kurulu bir tercih hakkı ile değil, zorunlu bir karar alma yükümlülüğü ile karşı karşıya kalmakta; dolayısıyla, şirketin bu ağır mali tablo karşısında kayıtsız kalması hukuken mümkün olmamaktadır. Genel kurulun önünde iki temel seçenek bulunmaktadır: ya mevcut sermayenin üçte biriyle yetinilmesine, yani sermayenin azaltılmasına karar verilerek şirketin yasal sermaye yapısı fiili duruma uyarlanacaktır ya da kaybedilen sermaye yeniden konularak sermayenin tamamlanması suretiyle şirketin öz kaynak yapısı yeniden inşa edilecektir.
Bu çerçevede, kaybedilen sermayenin bilançodan tasfiye edilmesi anlamına gelen sermaye azaltımı işlemi, şirketin öz kaynaklarının gerçek durumu yansıtması ve bilanço dengesinin yeniden tesis edilmesi bakımından zorunlu ve öncelikli bir adımdır. Ancak şirket, sermaye azaltımını sadece teknik bir uyarlama olarak görmekle yetinmeyip, aynı zamanda sermayenin artırılması yoluyla kaybedilen değerleri yeniden yerine koymayı hedefliyorsa, her iki işlemi – yani azaltım ve artırımı – eş zamanlı olarak planlamalı ve uygulamalıdır. Kanun koyucunun bu yöntemi “sermayenin tamamlanması” ifadesiyle tanımladığı dikkate alındığında, söz konusu uygulamanın sadece teknik değil, aynı zamanda ekonomik bir yeniden yapılanma süreci olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Şayet genel kurul bu iki temel karardan hiçbirini almazsa, yani sermayeyi azaltma veya tamamlama yollarına başvurmazsa, bu durumda şirketin hukuki varlığı kendiliğinden sona ermiş sayılacak ve şirket tasfiye sürecine girecektir. Dolayısıyla, bu eşik nokta, sermaye şirketlerinin sürdürülebilirliği açısından kritik bir sınır teşkil etmekte ve kurumsal yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesinde hayati bir işlev görmektedir.
Peki, konuya ilişkin TTK Tebliği neler ifade ediyor, onu konuşalım…
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 376. maddesi, sermaye şirketlerinin mali bünyelerinin zayıflaması, özellikle de aktiflerin pasifleri karşılamayacak seviyeye gelmesi gibi şirket varlığını tehdit eden durumlarda izlenecek hukuki ve mali yolları çerçevelemektedir. Söz konusu hükmün uygulanmasına dair detaylı usul ve esaslar ise 15 Eylül 2018 tarihli ve........
© Ekonomim
