menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Münir Yenigül ile Onur Köybaşı ile Söyleşti

11 12
19.10.2025

Can sıkıcı elektrondan Mevlânâ gibi oturan kedilere, baştan çıkarılmış milletten mezarlara, özlenen yanlış kişiden terk olunmuşluğa, politik hormonlardan Ferdi Tayfur’a, Mahir Çayan’dan Bergen’e, Kadıköy’den erotic shop dükkânına, Pikachu’dan “adaletler” e ve çok daha fazlasına… Editörlüğünü ve yayın yönetmenliğini Ömer Şişman’ın üstlendiği, 160.Kilometre etiketiyle yakın zamanda okuyucusuyla buluşan şiir kitabın “adaletler”, hayırlı uğurlu olsun ve hoş geldin Münir. Söyleşimize başlamadan önce, bize eşlik edecek bir şarkı istesem senden?

Hoş bulduk.

Ömer Şişman’a ve 160. Kilometre’ye çok teşekkür ediyorum.

Heves’teki “İzmirli Şair Gençler Rahatsız” söyleşisi haricinde, ilk bire bir söyleşimi yapma imkânı sağladığın için sana çok teşekkür ediyorum.

Moby – Rockets.

Kitabı incelediğimde “adaletler”in, 2022 yılından günümüze kadar çeşitli dergi ve sitelerde yayınlanmış şiirlerinden oluştuğunu gördüm. Bize biraz kitabın oluşum sürecinden ve hikâyesinden bahsedebilir misin?

İlk şiir Mıdır, Diskotek’te Mı adıyla yayınlandı. Devlet Bahçeli’nin bir konuşmasında cümlesini bitirdiğini sanıp durması ama bitmediğini anlayınca yaklaşık 1500 ms sonra “mıdır?” diye bitirmesi çok hoşuma gitmişti. O konuşmayı daha sonra bulamadım, hayal görmüş de olabilirim.

Mıdır, ilk kitabım Dünyasız’dan sonraki boşluk ve yeniden başlama duygusuyla ve o süreçteki ülke gündemiyle şişip patlamanın sonucuydu. Diğer şiirler de aşağı yukarı bu şekilde oluştu. Dünyasız gibi, Adaletler’deki şiirlerin çoğu, alıntılardan ya da bu alıntıların uyarlamalarından oluşuyor. Olağan Şüpheliler’deki gibi, her şey kendi yerindeydi, ben sadece onları bir araya getirdim diyebilirim.

Siyonist oligarşinin, Türkiye’de ve dünyadaki esas niyetlerini daha açık şekilde göstermeye başladığı yıllar oldu pandemi sonrası, ülkeye yaptıkları sürekli skandal diye haberleştirilen şeylerin zaten öz benlikleri olduğu görüldü, post-truth tavan üstüne tavan yaptı, tek tek saymaya gerek yok, herkes biliyor, ülke ve dünya iyice boka sardı. Bütün bunların ortasında elimden gelen bir şey yok ama nefretim Kaçkarlarda. Adaletler böyle bunalma ve Allah belanızı versin hali içinde ortaya çıktı diyebilirim. Kitabın başından sonuna ölüme vurgu bu yüzden. “Bari geriye kalan tek adalet olan ölüm elimizden alınmasın.”

Cahit Sıtkı Tarancı ölümden tir tir korkarken (“Her mihnet kabulüm, yeter ki / Gün eksilmesin penceremden!” ya da daha önce Dostoyevski’nin söylediği “Yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki adamın sığabileceği, dar bir çıkıntıda, dört yanım uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz bir yalnızlık ve hiç bitmeyecek fırtınayla sarılmış durumda yaşamak zorunda olsam ve bütün ömrümce, bin yıl boyunca, hatta sonsuza kadar o bir karış toprakta durmam da gerekirse; o şekilde yaşamak, şu anda bir yarım saat içinde ölecek olmaktan çok daha iyidir.”) yakın arkadaşı Ziya Osman Saba “Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz.” diyor. Tarancı’da sürekli bir mızmızlanma varken, Saba ölümü kabullenmiş, relaks. Bu karşıtlıkta Saba’ya daha yakın hissediyorum kendimi. İlaveten, dünyada tesis edilemeyen adalete ölümden medet ummak çaresizliği. Bir yanda 128 milyar dolar, bir yanda bir gün -inşallah- ölecek olmamız. İnşallah diyorum çünkü geçenlerde Jeff Bezos’un, ölümsüzlüğü bulma girişimine çerez parası niteliğinde yatırım yaptığını okudum. Umarım keriz silkeleme projesidir. Ölümsüzlüğün bulunması, ölümden daha acı.

2017’de Facebook’ta şunu yazmıştım:

“Biz de mi öldük, biznıstık biz?”

Geçenlerde Bill Gates’in “Zengin ölmek utanç verici.” dediğini okudum. Aldım, duygularımın doğrulanması olarak kabul ettim ve sevindim.

Bu süreçte Rahman Yıldız çok destek oldu, her zaman olur. Özellikle adaletleri tema olarak almama, düzşiiri denememe, şiir hakkında daryürekliliğimi kırmama, şiir üzerine umutsuzluğa kapıldığımda nefes alıp tekrar başlamama vesile oldu. “bir dosya ne zaman kitap olur?” poetcast’inde bahsettiği, bir dosyanın kitaba dönüşebilmesi için gerekli gördüğü “bunları nasıl yazabilmişim” mesafesi Dünyasız’da daha fazla iken Adaletler’de daha azdı diyebilirim. Adaletler bu anlamda bir erken doğum oldu sanırım. Çünkü artık ironi ve mizah unsurunu olabildiğince azaltmak hatta yok etmek istiyorum. Bu yüzden bu dönemi Adaletler adıyla noktalamak istedim.

Ayrıca, şunu da itiraf etmeliyim, 160. Kilometre’nin “Şiir Direnirse Kazanacak!” mottosunu biraz geç anladım, şiirin direnmekten başka şansı yokmuş; fetö ordudan, siyasete, spordan edebiyata, a.a varana kadar her yere sızdı, ele geçirdi ama bir tek şiiri ele geçiremedi, rap bile yozlaştırıldı ama şiir hâlâ ayakta. Bu konu, üzerinde durulması, kültürel hegeomonya, kültür savaşları gibi kavramlar etrafında araştırılması gereken bir konu bence. Umarım “akp, neoliberalizm, yeni dünya düzeni bağlamında şiir” gibi bir çalışma yapılır, okuruz.

Adaletler, görünmek istenmemenin şiirleri biraz da. Kitapta dünyayla kurulan bağın ne denli zayıfladığını, yaşama dair umutsuzluğun sert ve ironik bir dille alay etmenin mizansen hınzırlığı da var. Yaşamı anlamlandıramayan bireyin, sürekli dış uyaranlara maruz kalmasına rağmen içsel bir boşlukta başını dik tutan debelenişle kurtuluşun dahi ulaşılmaz ve edilgen hâle geldiği bir çağda yaşadığımızın altını çiziyor. Bir yandan da kitap, modern dünyanın boş vaatlerine, arınık cümlelerine, yapay gündemlerine karşı kelimelerle bir tür gerilla savaşı veriyor. Politik doğruculuğa tokat atarken, kişisel olanı ise sahneye çekiyor. Hem güldürüyor hem de iç geçirtiyor. Sen bu bağlamda neler eklemek, neler söylemek istersin?

Görünmek istemememde haklısın. Mesela bir X hesabım yok, olsaydı herhâlde şimdiye çoktan içeride olurdum ben de. Sadece kedilerim bensiz ne yer, ne içerler diye endişe ediyorum, kaybedecek başka bir şeyim yok, en değerli şeylerim onlar. Bir eylemde haykıramadıklarımı, bir tweet’te yazamadıklarımı şiire havale etmeye çalışıyorum. Bunu yaparken, çoğu zaman eleştirdiğim, şiiri bir araç olarak kullanmaktan kaçınmaya çalışıyorum, herhâlde sert ve ironik bir dille alay etmenin mizansen hınzırlığı bu yüzden. Dünyayı ciddiye almaya başladığımda birden bir gülme geliyor, şu abi gibi: https://youtube.com/shorts/2QQzVHJ8Gfc?si=FkTiMSxyBCqz1fgI

Ama bu abi meğer gülme krizine girmiş. Joker de girerdi. Dondurmam Gaymak’taki Ali Usta da sürekli “bir cinnet her şeyi halleder” diyordu. Çingene müzikleri gibi acı dolu bir neşe.

Dünyayla kurduğum bağ üniversiteden sonra koptu. Okulun son iki yılında Bornova’da Mevlana Mahallesi ve Doğanlar Mahallesi’nde oturdum. Hemen yanlarında da Yunus Emre Mahallesi var. Dalga geçer gibi. O dönem en leş mahallelerdi, şimdilerde Mevlana biraz façayı düzeltmiş, diğerleri ne âlemde bilmiyorum. Bağım işte o iki yılda gerilmeye başlayıp işe girdiğim gün koptu diyebilirim. Bundan sonra da düzelmez. Biraz batıl olacak ama; önceden de sinir olup sızlanırdım, o zamanlar dünyanın hali daha çekilirdi, ne zaman ki ben saldım, dünya da iyice boka sardı.

Bir Şekilde şiirinde “baştan çıkarılmış millet olarak öldüm” dizesi geçiyor. Sence bir millet nasıl baştan çıkarılır?

soL TV’nin “Medusa’nın Salı” belgeseli buna güzel bir cevap olabilir; yeşil kuşak, bop, siyonizm, siyasal islam, popülizm (sağını da sevmem solunu da)… Tıpkı bizim gibi ağzından yiyip ardından çıkaran insanların “biz seçilmiş ırkız”, “vaadedilmiş topraklar”, “herkes bize hizmet edecek” gibi dallamalıkları doğrultusunda kansız, namussuz, aşağılık kompradorlar aracılığıyla diyebilirim, emekli dayı face yorumları gibi.

Parçalı Ham Dekonstrüksiyon şiirin, Ahmet Güntan’ın Parçalı Ham kitabına hem........

© Edebiyat Burada