menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gülhan Tuba Çelik yazdı: Boşluktan Varlığa Doğru, Kederle: Yol Deriz Ona

11 0
19.05.2025

Yaşanmaya ya da yazılmaya değenin ne olduğu sorusu zaman zaman meşgul eder zihnimi. Çok derinlerdeki bir kabuğun içinde ikisinin de cevabı aynıdır benim için: Patolojik olan. Çünkü daha tanıdık ve canlı hissettirir. En başından beri seninledir, doyum verir. Onun karanlığına girmekten daha rahat hissettiren bir şey de onun akışına kapılmaktan daha coşku veren bir şey de bulunmaz. Diplerde saklanan o kabuğun içinde yerinden sarsılması zor kayalar vardır. Gülşen Funda’nın ikinci öykü kitabı Yol Deriz Ona’yı o kayaların tanıdık iniltisi eşliğinde okudum.

Toplam yedi öyküden oluşan kitap Öteki öyküsüyle açılıyor. Bir köyde yaşayan Elif Kadın’ın önce bir başınalığına, sonra öfkesine şahit oluyoruz. Tecavüze uğradığı için suçlu görülen, yüzüne bakılmayan, sesine koşulmayan bir kadın bu. Üstelik tecavüzcüsünden hamile. Köyün ebesi bile onun bebeğini doğurtmamak için başka bir köydeki doğuma gidiyor. Bu sahipsizliğin önce çaresizliğe ardından öfkeye dönüşünü izliyoruz sayfalar boyunca. Gülşen Funda, üslubuyla çok benzersiz bir coğrafya yaratmakta mahir. Derinlerden gelen bir çığlığı rüya gibi sözcüklerle derinlerimize gönderiyor. Elif Kadın en karanlık geceden bile daha karanlık olan bir kimsesizliğin içinde, duvardaki Fadime Ana’nın Eli levhasından inip sırtını sıvazlayan elin yardımıyla yapıyor doğumunu. Aylardır baştan aşağı büründüğü çaresizlikle sütü bile gelmiyor. Bebeği bir yandan ağlıyor kendisi bir yandan. Nefessiz bırakan cümleler ardı ardına birikiyor. Elif Kadın’ın öfkesinin bir ah’a dönüşmesine şahit oluyoruz: “Bu köy böylece yok olup gitsin.” Beddua edip yıkıcı öfkesiyle kendisini yok etmeden önce oğlunu köyün yaşlılarından Ayata’ya götürüyor. Ayata torunu Udar ile beraber büyütüyor Abray’ı. Oğlundan ayırmamasını söylüyor oğluna. Kardeşin kardeşe şifa olacağını düşünüyor. Kardeşi kardeşe bağlayan iyi hikâyeler anlatıyor onlara. Ayata öldüğünde köye kötü hikâyeler de geliyor Yazgan’la. İyi hikâyelerin kötü versiyonlarından haberdar oluyor kardeşler. Başka bir sonun da mümkün olabileceğini biliyorlar artık. Abray doğduğundan beri kendiyle olan o sesi daha sık duyuyor şimdi: “Bu köy böylece yok olup gitsin.” Elif Kadın’ın istediği yangınlar köyü çevrelerken Abray ve Udar da karşı karşıya geliyor.

Sahipsizliğin doğurduğu öfke, öfkelerin en ilkelidir ve insanın kendisine dair büyük bir yıkıcılık arzusu barındırır. Öfkenin bu saf hali kitabın ikinci öyküsü Dua’da da karşımıza çıkıyor. Konstantinopolis’ten dinleri sebebiyle sürülen on iki adam ve bir çocuk Keşiş Dağı’na doğru, Tanrı’nın Kenti’ne, Theopolis’e yürüyorlar. Ekipteki tek çocuk Shenouda, ekibin lideri Theophanes’in oğlu. Babasının ayak izlerine basarak yürüyüp ağzından çıkanları hayranlıkla dinlese de babası tarafından görülmeyen eksik bir oğul o. Babası sadece Tanrı’sını görüyor. Bir çocuğun dayanmasının imkânsız olduğu çok zorlu yollardan geçiyorlar birlikte. Babası bir kez bile takdir etmiyor. Görülmedikçe Shenouda’nın öfkesi kendini yiyip bitiriyor. Babasının Tanrı’sından da nefret eder hale geliyor. Daha zor yollar çıkıyor karşılarına. Babası en önde, bir kez olsun oğluna bakmıyor. Shenouda görülmediği için tükenmeye başlıyor. Keşiş Dağı’na üç gece kala dinlenmek için girdikleri mağarada kendinden geçiyor. Tanrı’nın Kenti’ndeki manastırı görüyor rüyasında. Etrafı ölü oğul mezarlarıyla dolu. Üç gün üç gece sayıklıyor ama babası gelmiyor başına. Shenouda’nın sahipsizlik ve öfkesine en çok yaklaştığımız o anlarda Gülşen Funda dili de bir anafora çeviriyor. Kabukların altındaki ilkel kayalardan çok zor çıkan bir sözcük, başka sözcükleri de çağırıyor yanına. Anafor büyüyor, sözcükler bizi yükseltiyor ve tepelerden görüyoruz çarpacağımız kayayı. Yine nefesimiz kesiliyor.

“… peşinden geliyordum yalınayak ve koşarak, neden öylece bırakıp gittin beni, neden bu çamurun içinde debeleniyorum ben, ve hiç doğmayacak oğlum, ve oğlumun oğlu, ve sen, ve senin baban, ve babanın babası, neden debeleniyoruz bu çamurun içinde, neden, söyle baba diye hıçkırıyordu Shenouda, neden ışığını göremedim senin o parlak Tanrı’nın, neden gözlerini çevirmedi bir kez olsun bana, merhameti tüm insanlar için değil miydi, dağdaki vaazını okumadın mı yüzlerce kez, İsa’nın o kutlu kelimelerini, Göksel babamızın bizimle olduğunu, ve kaygılanmakla ömrümüzü........

© Edebiyat Burada