Yapay zekâ ile dans
İnsanın müzik ve ritim ile kurduğu ilişki on binlerce yıl öncesine, prehistorik çağlara dayanıyor. Toplu yaşamın ve iletişimin ilk aracı da konuşma dili değil; resimden ve yazıdan çok daha evvel ortaya çıkan beden dili, yani hareket.
Bedensel hareketin bireysel ifade alanından çıkıp, toplu ve ritmik bir eyleme dönüşmesi ve ardından büyü, müzik, ritim gibi renklendirici ayrıntılarla zenginleşmesi onu bütünleştirici bir grup ritüeli haline sokmuş. Evrenin ve yaşamsal düzenin anlamlandıramadığı ve çözemediği sorunlarını üst otoriteye havale ederken, toplu yakarış ve totemik ibadetlere başvurduğunda da birlikte ritmik hareketler bu seremoninin bir parçası haline gelmiş. Doğduğumuzda, evlendiğimizde, coştuğumuzda, savaşa giderken ya da dönerken, ölürken, anılırken vs. kısaca sevinirken de yas tutarken de müzik ve ritimle senkronize yöntemler geliştirmişiz.
Antik kültürlerden bu yana hayatımızın eşlikçisi olan dans da bunlardan biri ve bireysel bir ifade tarzı olarak düşünüldüğünde özgürleştirici ve zincir kırıcı bir role sahip olabilir. Ancak toplu ve senkronize bir harekete dönüştüğünde tam aksine özgürlüğü ve yaratıcılığı kıran, bireyi kalıp bir kurgunun içerisine yerleştirerek zincire vuran bir içeriğe sahip. Bu nedenle toplu dansın bireyin bedensel boyun eğişinin estetikle kamufle edilmiş hali olduğunu söylemek yanlış olmaz.
İnsanoğlu, nice boyun eğişlerini estetize edilmiş formlarda kabullenir. Zygmund Baumann’ın ifadesiyle “iktidarın zorbalık yerine gülümseyerek gelişidir” bu kabullenişler. Direniş sandığımız şeyin estetize ederek yazılara, sanata, meydanlara........
© Dünya
