Trump’ın Venezuela sevgisi
İnsanlığın politik hikayesi büyük ölçüde toprak mücadelesi üzerinden şekillendi. İlkel kabilelerden imparatorluklara, sömürgelerden Soğuk Savaş’ın jeopolitik mücadelelerine kadar hikâye hep aynıydı: Stratejik alanların kontrolü. Toprak yalnızca üretim alanı değil, aynı zamanda varoluşun mekanıydı. Güçlü liderler daima halklarına yeni yaşam alanları, genişleyen ufuklar, güvenli sınırlar vadettiler.
Bugün de durum pek farklı değil. Sistemin irili ufaklı bütün aktörleri ya toprak kazanma ya da toprağını savunma derdinde. Kaynak iştahı toprağın altını üstünü birbirine katmaya devam ediyor. Trump’ın ikinci döneminde yeniden gündeme taşıdığı Venezuela, Panama Kanalı ve hatta Grönland söylemleri de aslında bu iştahın bir yansıması. Karayip Denizi karışmak üzere.
19. yüzyılın başlarında 300 yıl boyunca kendilerini sömürgeleştiren İspanyolları yurtlarından kovaladıklarından beridir bağımsız yaşayan, lakin hep iç savaşlarla ve yabancı ülkelerin müdahaleleri ile boğuşan bir ülke Venezuela. Nitekim ülkenin kurucusu Simon Bolivar’ın “önce vatan gelir” (la patria es primero) ifadesi de ulusal kimliğini bağımsızlık anlatısı üzerine inşa etmiş Venezuelalıların en sık kullandığı sözlerden. Evlerin duvarları, sokaklar hep bu ifadeyle süslü.
Nesiller boyunca aktarılan kolektif hafıza, sömürgecilere ve kendilerine ikinci sınıf muamelesi yapan üstün güçlere karşı halkı hep tetikte tutuyor. Büyük güçlere karşı direniş motivasyonunun kaynağı da bu: ABD’nin, yeni İspanyollar formunda siyasi merkeze ekonomik ve siyasi baskı uygulayarak Venezuela’ya diz çöktürme ihtimali. ABD şimdilerde halkın en büyük düşman imgesi.
Bir bağımsızlık savaşı ve o anlatı üzerine şekillenen ulusal gurur, Chavez ve sonrasında Maduro’nun siyasetinin ana güç kaynağı.........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d