Başkumandan’ın İfadeleriyle Büyük Taarruz’dan Mudanya Mütârekesi’ne
“Bu harekâtı yapan bir ordunun babalarından ve analarından ibaret olan milletimiz bütün cihana karşı en yüksek saygı ve onur mevkiini kazanmıştır. Milletimiz çekinmeden [kendisiyle] iftihar edebilir. Bu, en kuvvetli şartlarla hakkıdır ve [ben de] böyle bir [yüce] milletin âciz bir ferdi olarak en büyük mutluluğu hissediyorum. Bu muharebe meydanlarında, emsâlsiz kahramanlıklar ve yiğitlik göstermiş olan subaylarımızın, askerlerimizin ve kumandanlarımızın her biri ayrı ayrı bir menkıbe, bir destan oluşturan hareketlerini büyük bir yüceltme, saygı ve takdirle anıyorum. Ve bu yiğitlik meydanlarında Rahmet-i Rahman’a kavuşan şehitlerimizin aziz ruhlarına hep beraber fâtihâlar gönderelim.”
Gazi ve Müşir Başkumandan Mustafa Kemâl
GENEL
Bu makalede / yazıda, Gazi ve Müşir (Mareşal) Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa tarafından Büyük Taarruz ve Başkumandan (Dumlupınar) Meydan Muharebesi hakkında 4 Ekim 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşma paylaşılacaktır. Bahse konu konuşmanın okuyucu nezdinde anlaşılırlığı için konuşma metni, makale yazarı / yazar tarafından mümkün mertebe sadeleştirilmiş, yer yer de yay ve köşeli parantezlerle bilgi ilave edilmiştir.
BÜYÜK TAARRUZ VE BAŞKUMANDAN MEYDAN MUHAREBESİ [1] HAKKINDA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE YAPTIĞI KONUŞMA
Arkadaşlar!
[Batı Anadolu’daki Yunan kuvvetlerini vatanımızdan söküp atmak üzere 1921 yılı güzünden beri icrasını planladığımız harekâtı icrâ etmek üzere 19 Ağustos 1922 tarihinde Akşehir üzerinden cepheye gitmiş olmamdan bu yana] Kalbimde derin bir özlem meydana getirmiş olan bu ayrılıktan sonra [bu harekatın parlak bir başarıyla sona ermesinin ardından] tekrar size kavuştuğumdan dolayı, pek mesudum. Yüce Allah’a hamd eylerim ki, ordularımızın silahlarına emânet ettiğiniz aziz ve mübarek maksat, [olan aziz vatanın kurtarılması, 26 Ağustos’ta Afyon güneyinden başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos’ta gerçekleşen Dumlupınar Zaferi ve 2 Eylül’de başlatılan Takip Harekâtının ardından 17 Eylül’de Anadolu’nun işgâlci Yunan kuvvetlerinden tamamen temizlenmesi sonucu] arzu ettiğiniz yönden emniyet ve itimadınıza yönelik olarak sarf edilmiş olduğunu gösteren mutlu bir sonuca ulaştı.
En karanlık ve en talihsiz günlerimizde Meclisimizin sarp ve yalçın bir kaya gibi azim ve imanı, talihin bu parlak gelişimine erişmek için, lazım gelen imkânı daima saklı tuttu. [Aziz vatanın kurtuluşu için] Millî gayretlerimizde şaşmaz bir akl-ı selimle daima doğruyu ve daima iyiyi bulan ve ayırdeden Meclisimizin bu sonuçlara ermekten dolayı duyduğu mutluluk kadar hak edilmiş ne düşünebilir? Milletin geleceğini doğrudan doğruya üstlenerek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadâkat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nâdiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu özlemle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum.
Arkadaşlar!
Tebrik etmek mutluluğuna mazhar olduğum bu zafer, kolaylıkla izah edilebilir değildir. Bunu anlamak, bugün değil, belki yarın tarih sayfalarında geniş ve derin olarak incelendikten sonra mümkün olacaktır. Fakat hissediyorum ki, benim ağzımdan buna dair bazı sözler işitmek istiyorsunuz. Bu arzularınızı tatmin etmek için, mühim bazı levhalar ve mühim bazı hatlar üzerinde maruzatta bulunacağım.
Arkadaşlar!
Geçen yılın Ağustos’un -hâtıramda aldanmıyorsam- beşinci günü [5 Ağustos 1921 tarihinde], bu kürsüden, beni “başkumandan” [olarak] tayin etmiş olduğunuz zaman arz-ı teşekkür ederken demiştim ki: “Memleketimizi çiğnemek üzere, memleketimize giren Yunan ordusunu harim-i ismetimizde (kutsal vatan topraklarında) boğacağız.”
Bu sözümde hata etmemiş olduğumu olaylar ispat etti zannederim. Hakikaten Yunan [Küçük Asya] Ordusu [2] harim-i ismetimizde tamamen boğulmuştur.
Arkadaşlar!
O gün, [5 Ağustos 1921 tarihinde] bu kürsüyü terk ettikten sonra [10-25 Temmuz 1921 döneminde gerçekleşen ve Kütahya, Afyon ve Eskişehir’in kaybedilmesiyle sonuçlanan Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nin ardından] Sakarya [Nehri] gerilerine kadar çekilmiş olan TBMM Batı Ordularına [“başkumandan” olarak] katılmıştım. Hepinizin hatırındadır ki, [23.08-13.09.1921 tarihleri arasında] yirmi bir gün ve yirmi bir gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesi’nin son günlerinde [10.09.1921] ordumuz, düşmanın sol cenahına karşı taarruza geçti ve bunun neticesinde çok kuvvetli bir şekilde teçhiz edilmiş olan Yunan Ordusu mağlup olarak ben çekilmeye mecbur oldu, ondan sonra tekrar bu kürsüye [TBMM Başkanlık kürsüsüne] geldim ve [Yüce Meclise] dedim ki: “Kararımız, en son düşman neferini vatanımızdan kovuncaya kadar taarruza devam etmektir, düşmanı takip ve tazyik eylemektir. Bu sözümü harfiyen takip ve tatbik etmiş olduğumu yaşanan olaylar ispat ettiği gibi, şimdi belirteceğim mâruzatımla da izah etmiş olacağım.”
Gerçekten o gün için, düşman ordusunu takip etmek konusunda verilen karar, bu zamana kadar saklı kalmıştır. Fakat arkadaşlar! Şunu itiraf etmek mecburiyetindeyiz ki, ordumuzun o günkü hâli, vaziyeti, şartları ve vasıtâlârı hemen uzun mesafeler üzerinde serî harekât yapılmasına uygun değildi. Bu sebeple ihtiyaç duyulan eksiklikleri tamamlamak ve hazırlıkları tamamlamak için, bir zaman sarf edilecekti. Ve bu zaman da tabiatıyla sarf edildi.
Fakat kesin bir gerçek olarak, herkesin [de] bilmesi gerekir ki, bu yılın ortalarında ordumuz, düşman ordusunu mağlup ve bozguna uğratmak için gereken kuvvet ve kudrete sahip olmuş bulunuyordu. Fakat bütün milletimizin ve onun gerçek temsilcilerinden oluşan Meclisimizin hedefi, kan dökmeden millî maksadımızın gerçekleşmesine (vatanın kurtarılmasına) yönelik olduğunu pek güzel anlıyordum. Bundan dolayı Efendiler, askerî kuvvetlerimizi kullanmadan önce kan dökmeye sebebiyet vermeksizin meseleyi (düşmanın vatanımızı terk etmesini) barış yoluyla çözmek için girişimde bulunmak da ayrıca bir vazife idi. Bu vazifeyi ifâ etmek için, her türlü tedbirlere başvuruldu. Her türlü siyasî teşebbüsler yapıldı. Bu hususta, en kıymetli arkadaşlarımızdan incelemesine ve isabetli görüşlerine fevkalâde emniyet ve itimat ettiğimiz hükümetimizin önde gelen üyelerinden biri olan Fethi [Okyar] Beyefendi Hazretlerini Londra’ya kadar göndermiştik. Fethi Bey gerek Londra’da ve gerek diğer büyük devletler başkentlerinde önde gelen tüm siyasî zevat ile görüşmek ve müzâkerelere girişmek ve barışın tesisi konusunda her şeyi yapmak için tam yetkiye sahip bulunuyordu.
Fakat Efendiler!
Fethi Bey’in Londra’daki kabul şekli ve özellikle o günlerde [İngiltere Başbakanı] Bay [David] Lloyd George’un parlâmento kürsüsünde verdiği nutuk gösteriyordu ki, bütün bu teşebbüslerimiz aksi bir şekilde yanlış anlaşılmıştır. Gerçekten insanî duygularımızın gereği olarak yapmış olduğumuz bu girişime İngiliz hükûmetinin vermiş olduğu mânâ, barış teşebbüslerimizin bizim şahsımızla yorumlanmasından ibaretti. Zannettiler ki, ordumuz zayıftır. Zannettiler ki, ordumuz taarruz ve takip etmek değil, yerinden kıpırdamayacak bir hâlde bulunuyor. Zannettiler ki, Meclisimiz ve hükûmetimiz zayıftır ve ümitsizdir. Şüphe yok, bütün bu noktalarda [onlar] en büyük hataya sapmış oluyorlardı, en derin gaflet içerisinde bulunuyorlardı. Ve belki bazı vaziyetler ve bazı manzaralar düşmanlarımıza bu ümidi vermiş olabilirdi. Fakat ben, düşmanlarımızın bu şekilde aldanmış olmasına üzülmüş değilim. Arzu etmiş olsaydım, o anda onların bu algılarını açıklığa kavuştururdum. Fakat Efendiler, onların bu bu hatalı algılarının açıklığa kavuşturulmasını sözle değil, fiilen yapmayı tercih ettim. Bundan dolayı Fethi Beyefendi kesin kanaatini hükûmete bir raporla bildirdi ve dedi ki: “Millî amaçlarımızın gerçekleşmesi, ancak askerî faaliyetle mümkün olabilecektir. Başka incelemeye, başka yoruma gerek yoktur.”
Doğal olarak Fethi Beyefendi’nin bu sözüne ve bu kanaatine katılmak gerekiyordu. Aynı zamanda Avrupa’da bulunan tüm temsilcilerimizden ve diğer siyasî memurlarımızdan gelen raporların içeriği de Fethi Beyefendi’nin sözünü ve kanaatini doğruluyor ve destekliyordu. Artık anlamıştık ki askerî harekât bir zorunluluk hâline gelmişti. Bunun üzerine Başkumandanlık, barış girişimleri ve siyasî girişimlerin gereği olarak, uygulamaya koymayı ertelediği taarruz kararını fiilen uygulamaya ve planlanan taarruzu yapmaya karar verdi. Ordumuzun kabiliyet ve kudreti hakkında ve hazırlığı derecesine dair güvenimiz mükemmeldi. Fakat bir kez daha Genelkurmay Başkanı [Fevzi] Paşa Hazretleri cepheye gitti. Ben de cepheye gittim ve baştan sona kadar ordumuzu tekrar gözden geçirdik. Düşman mevzileri [ve], düşman ordusu incelendi. Bu son teftişimizin sonucu da mevcut olan kanaat ve imanımızı takviye etti ve o zaman kesin olarak taarruz hazırlığı için emir verdim.
Efendiler!
Taarruzumuz, öteden beri Genelkurmay Başkanı [Fevzi] Paşa Hazretlerinin pek derin ilme ve yetkinliğe ve pek derin feyiz ve tecrübelerine istinâden ortaya koyduğu plan dâhilinde uygulanacaktı. Bu plan, düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat tutup boğmak esasını içeren bir plandı. Bu plan dâhilinde hazırlık emri verdikten sonra, doğal olarak maksadımızı gizlemekte fay da görüyorduk. Onun için önce Genelkurmay Başkanı ve sonra Başkumandan tekrar Ankara’ya döndü. Ankara’ya döndüğümde Vekiller Heyeti’ndeki saygıdeğer arkadaşlarla beraber vaziyeti bir kez daha değerlendirdik. Genel durumu, özellikle de siyasî durumu tahlil eyledik ve gördüm ki, bu arkadaşlar da bütün kalpleriyle, bütün kanaatleriyle Başkumandanlığın kararını tasvip ve takviye ediyorlar. Bilhassa Maliye Vekili Beyefendi’nin göstermiş olduğu kolaylık, Başkumandanlığın icraatında ayrıca bir kuvvet oluşturmuştur. Bundan dolayı, kendilerine bu kürsüden teşekkür etmeyi ayrıca bir görev addederim. Vekiller Heyetindeki arkadaşlarımdan ayrıldıktan sonra, [19 Ağustos 1922 tarihinde gizlice tekrar] Ankara’dan ayrıldım. Konya üzerinden Batı Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir’e gittim. Son incelemelerde artık düşmanı mağlup etmek için her şey hazır olmuştu ve ara vermeden düşmanın İzmir’e kadar takibi için gereken tüm tedbirler alınmıştı. Bunun üzerine 25 Ağustos’ta taarruz için emir verdim.
26 Ağustos günü başlattığımız taaruzî harekâtı kolaylıkla kavrayabilmek için, arzu ederseniz, o tarihteki düşman ordusunun durumunu birkaç kelime ile ifade edeyim. Dört-beş tümenden ibaret olan [Tümgeneral Trikupis [3] komutasındaki 1. Yunan Kolordusu olarak bilinen] Yunan kuvveti, Afyonkarahisar’da bulunuyordu. Afyonkarahisar’ın doğusunda ve güneyinde olmak üzere yaklaşık 90-100 kilometrelik bir hat üzerinde tahkimat yapılmıştı. Fakat Efendiler, bu tahkimat sıradan bir tahkimât değildi. Yunanlar [Sakarya Muharebesi sonucunda aldıkları yenilgiden beri] bir yıl sürekli askerleri ve halkı çalıştırmak suretiyle çabalamışlar ve teknolojinin tüm kolaylıklarını da orada uygulamışlardı. Bahsettiğim [bu savunma] hat[tı], birçok kuvvetli gizli savunma tedbirlerini, derinliğine savunmayı ve savunma hattını içermekteydi. Yani bu mevziler tam anlamıyla, son dönemin bir kalesi addedilebilecek bir hâldeydi. Bundan başka düşmanın üç tümenden oluşan [Tümgeneral Petros Sumilas komutasındaki [4] 3. Yunan Kolordusu olarak bilinen] bir kuvveti de Eskişehir’de ve Seyitgazi’de bulunuyordu. Eskişehir ve Seyitgazi’nin kuzeyi, doğusu ve güneyi de tıpkı Afyonkarahisar’da olduğu gibi aynı araçlarla; aynı teçhizatla müstahkem ve teçhiz edilmiş bir hâle dönüştürülmüş bulunuyordu. Bu iki grubun arasında da trenlerle ve araçlarla süratle ve kolaylıkla her tarafa gidebilecek hâlde, [Afyon’un kuzeyinde yer alan İhsaniye ilçesine bağlı] Döğer’de de düşmanın üç tümenden oluşan bir kuvveti vardı. Özetle düşman aslî kuvvetinin yönlerini iki kaleye dayamış, orta yerinde [Afyon’da] kuvvetli bir ihtiyat grubuna sahip, bir konuş hâlindeydi. Bu konuş ve tertiplenmenin uzak yönlerine de bakmak istersek, Gemlik (Bursa) ve İznik Gölü civarında da düşmanın iki tümene yaklaşan bir kuvveti vardı. Eğer güneye bakacak olursak, Afyonkarahisar’dan sonra bütün Menderes [vadisi] boyunca denize kadar düşmanın 2. Tümenini de içermek üzere, birçok bağımsız alayları ve süvarileri de vardı.
Biliyorsunuz ki, Efendiler, Batı Cephesi denildiği zaman orada bizim iki ordumuz vardı, orada bizim diğer kuvvetlerimiz de vardı. Bundan dolayı [Nureddin Paşa komutasında] 1. Ordu, Afyonkarahisar’ın doğusunda Akarçay’dan batıya doğru Dumlupınar arasında bulunan düşman mevzileri karşısında konuşlanacaktı. Burada doğal olarak takviye edilmiş olan bu ordumuz, düşmanı mağlup ederek, kuzeye atmak vazifesini aldı.…
[Yakup Şevki Paşa komutasındaki kuzeydeki] 2. Ordumuz bu [Afyon’un doğusundaki ilçelerden Bolvadin’in güneydoğu ve Çay’ın da kuzeydoğusunda bulunan] Akarçay’dan kuzeye doğru Porsuk (çayı) vardır, biliyorsunuz, işte onun kuzeyinde Sakarya kısmı vardır. Oraya kadar olan cephede düşmana taarruz edecekti. Düşmanın Eskişehir’de bulunan üç tümeni, Döğer’de bulunan üç tümeni ve Afyonkarahisar doğusunda bulunan iki tümeni ki toplam olarak sekiz tümeni kendi karşısında tespit edecekti. Kocaeli bölgesinde bulunan kuvvetlerimiz de (Kocaeli Grubu da) karşısında bulunan düşman kuvvetlerine taarruz edecek ve bu kuvvetlerin güneye inmesine engel olacaktı. Menderes bölgesinde de biri süvari tümeni olmak üzere kuvvetlerimiz vardı. Bunlar da güneyden kuzeye doğru önündeki düşmana taarruz edecek ve o kuvvetlerin [Afyon bölgesinde alınmasını planladığımız] kesin sonucun yerine gelmesine engel olacak ve aynı zamanda düşmanın İzmir’le olan ulaşım hatlarını keseceklerdi.
İşte bu ince esaslar üzerine bütün tedbirler ve tertibat yapılmış ve hazırlık tamamlanmış olduğu hâlde 26 Ağustos günü taarruzumuz başlatılmıştır.
Bu harekâtı yakından sevk ve idare etmek doğal olarak istenildiğinden ve gerekli görüldüğünden Başkumandanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı gündoğumuyla beraber, 1. Ordu’nun gözlem noktası olan Kocatepe’de hazırdılar. Kocatepe, bilenlerce malumdur ki ve harita üzerinde inceleyecek olanlarca da anlaşılabileceği üzere düşmanın güney cephesine ve güney cephesindeki önemli noktalara o kadar yakındır ki mevzileri incelemek ve harekâtı sevk ve idare etmek için hatta dürbün kullanılmasına bile gerek yoktur.
1. Ordu, Akarçay’dan Dumlupınar’a kadar olan tüm düşman mevzilerine taarruz edecekti. [Fahrettin (Altay) Paşa komutasındaki 5.] Süvari Kolordumuz bu taarruz grubunun sol cenahında bulunduğu boşluktan içeri girecek ve düşman ordusunun arkasında faaliyet icra edecekti…
Gerçi ordularla bütün cephe üzerinde taarruz olunacaktı. Fakat ilk anda şu önemli noktalar düşünüldü: Afyonkarahisar’ın batısındaki Kaleciksivrisi vardır ve onun kuzeyinde 1.310 rakımlı Erkmentepe vardır. Bu mevziler gayet önemli olup ondan başka bütün mevzilerin kilidi durumunda olan ikinci bir önemli mevki daha vardı ki ona “Tınaztepe” namı veriliyor. Bu Kaleciksivrisi’nin on iki kilometre kadar batısında olup bu silsilenin en önemli bir noktasıdır. Burasını susturmak istiyorduk. Bir de bu iki grubun arasında bir tepe vardır ki [ona da] “Belentepe” deniliyor. Afyonkarahisar güneyindeki düşmanın aslî mevzisi başlıca bu noktalara dayanıyordu. Bundan dolayı bütün topçularımız ve ağır topçularımız bu üç noktayı ateş altına alabilecek mevzilere konuşlanmıştı.
Arkadaşlar!
Topçularımız bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve gündoğumuyla beraber ateşe başladılar. Yüksek takdir ve saygıyla bunu belirtmek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu mahâret ve yetkinlik, bütün dünya topçuları için örnek olacak nitelikteydi. Askerî hayatımda bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nâdiren gördüm. Topçularımız saat 04.30’da top atışına başladılar; bilirsiniz ki, topçulukta evvela ateş tanzim etmek için atış yapılır. Yarım saat zarfında bütün bu cephe üstünde atış tanzimi yapılmış ve saat beşte yani yarım saat sonra, bu saydığım hassas hedefler üzerine şiddetle tesir atışına başlamıştır. Bu mevziler çok ve çok sağlamdı. Bu mevzilerin savunma gücünü en son inceleyen bir İngiliz kurmay subayının verdiği raporda, “Eğer Türkler, bu mevzileri dört-beş ayda ele geçirilirse, bir günde ele geçirdiklerini iddia edebilirler. Fakat Türklere, bu mevziler ele geçirmek için üç-dört ay değil, bir gün de değil, sadece bir saat kâfi gelmişti!” Saat altıda Tınaztepe’ye taarruz vaziyetinde, taarruz mesafesine yaklaşmış bulunan piyadelerimiz önündeki tel örgüleri kesmeye ve bertaraf etmeğe gerek görmeyerek; ayağını kaldırıp tel örgüsünden bacağını aşırarak atladı ve orada bulunan Yunan neferlerini süngüleriyle tamamen tepeledikten sonra, Tınaztepe’yi işgâl etti. Ve ben bu manzarayı seyrederken, bir suale bir cevap vermeyi hatırladım: “Bu tel örgüsünü nasıl geçebilirsiniz?” diyorlardı. Oradakilerine dedim ki: “İşte böyle ayağını kaldırır ve geçerler.” Bunun ardından Efendiler, saat dokuzda Belentepe düştü. Ve onun ardından Kaleciksivrisi düştü. Fakat bunun daha kuzeyinde 1.310 rakımlı Erkmentepe hâlâ direniyordu. Bunun sebebini açıklayayayım:
Biz, ağır topçularımızı mevzilere getirebilmek için yollar yapmaya mecbur olmuştuk. Bu bölgeyi bilenlerce malumdur ki, burası tekerlekli araçların hareketine uygun olmayan bir yer olup yol da yoktur. Bundan dolayı ondan daha ilerisine yol yapabilmek için mutlak düşmanla çarpışmak gerekiyordu. Sonuncu 1.310 rakımlı tepe, topçu ateşimizin tesirinden uzaktaydı. Orada taarruzlarımız tekerlek geçmediği için sadece dağ toplarıyla desteklenmek zorundaydı. Onun için bu tepenin ele geçirilmesi diğerlerinden biraz daha uzun sürdü.
Bu nokta, o kadar çok önemlidir ki: düşman, bütün kuvvetiyle ve bütün araçlarıyla orasını elde tutmaya çalışıyordu. Tınaztepe mevziinin batısında taarruz eden birliklerimiz de bazı önemli noktalara ve mevzilere dâhil olmuşlardı.
Bu taarruz gününde, en sol cenahta bir tümenimiz -57. Tümen- taarruzlarını sürdürürken tevcih kuvvetlerini biraz bir diğerinden uzakça bulundurmuştu. Bu itibarla düşman üzerinde etkili bir baskı yapamıyordu. O tümenin kumandanı Reşat [Çiğiltepe] Bey namında bir zâttı. Bu zâtı çok eskiden tanıyorum. [1916 yılında] Muş’ta [onunla] beraber [Ruslara karşı] çarpışmış, Suriye’de [de 1918 yılında İngilizlere karşı bir] çok muharebeler yapmıştık. Çok kıymetli bir askerdi, şahsen bana çok muhabbeti ve güveni vardı. Telefonla sordum: “Niçin hedefinizi ele geçiremediniz?” dedim. Cevaben dedi ki, “Yarım saat sonra bu hedeflere ulaşacağız.” Oysa maalesef yarım saatte bu hedefler ele geçirilememişti. Tekrar sorduğum zaman telefonda Reşat Bey’in son bir veda mektubu okudular, orada diyordu ki: “Yarım saat zarfında size o mevzileri almak için söz verdiğim hâlde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam.”
Bu örneği, Reşat Bey’in o hareketini takdir etmek için söylemiyorum. Tabii öyle bir muamele ve öyle bir hareket bizce kabul edilebilir değildir. Sadece ordumuzda subaylarının, kumandanların kendilerine verilen vazifeyi ifâda gösterdiği iştiyak ve namus duygusunu göstermek isterim.
Gerçekten ordumuzdaki subaylar ve aslî komuta heyeti bir diğerine karşı böyle bir muhabbetle, hürmetle, emniyet ve itimatla bağlıdır ve üstten aldıkları emri de bir namus addederek ifâ ederler.
Efendiler!
Düşman, yakın takviye birliklerini birinci hatta kaydırdı ve Balmahmut üzerinden ve Afyon’dan da bazı takviye birlikleri getirmiş, ayrıca otomobillerle nakledilebilen toplar getirmiş ve bizim elimize geçen noktaları tekrar ele geçirmek için karşı taarruza geçmişti. Tınaztepe’nin batısında elde edilmiş olan mevzilerin hemen hemen çoğu düşman tarafından ele geçirildi ve Tınaztepe üzerine yönelttiği taarruzlar da başlangıçta askerlerimizin çok fazla direnmesi ve özellikle Belentepe’ye giren kuvvetlerimizin yandan, piyade ve topçu ateşleri sayesinde bir an için başarılarak durdurulabildi. Fakat düşman tekrar takviye birlikleri alınca akşam üzeri Tınaztepe büyük ölçüde tekrar düşmanın eline geçti ve 1.310 rakımlı tepe [ise] direnişi sebatla sürdürdü. Aynı zamanda düşman, Kaleciksivrisi ile Akarçay arasında Afyon güneyinde, bir karşı taarruz hazırlığına kalkıştı zannedilebilirdi. Gerçekten [düşman] orada bazı kuvvetler topladı ve bütün bu cephe üzerinde Işıklar istikâmetinden gayet yoğun bir topçu hazırlığına başladı. Düşmanın böyle bir hareketi çok mâkul ve çok muhtemeldi. O kadar muhtemel idi ki biz bu harekâta başlamadan önce düşmanın bizim üzerimizde yapabileceği en etkili bir hareket olarak bunu varsaymıştık.
Doğrusu düşman, böyle [Afyon]Karahisar’dan Akşehir genel istikâmetine yapılan bir taarruzda başarılı olduğu takdirde aslî kuvvetimiz batıda kalmış ve diğer kuvvetlerden ayrılmış olacaktı. Düşmanın bu kadar çok önemli olan teşebbüsünü daha önceden düşünmüş olduğumuzdan başarısızlığa sürüklenmemek için, gereken her türlü tedbir de alınmıştı.
Bu nedenle düşmanın bu teşebbüsü bizi ürkütmedi. Yine de bu cephe üzerine ve bütün cephe üzerine yönelen askerlerimizin şiddetli ve kahramanca taarruzları, düşmanın bu harekete girişmesini engellemesi sonucu düşman böyle bir şey yapmaya cesaret edemedi.
Tınaztepe’de düşman tamamen hâkim olduktan sonra orada bulunan kuvvetlerden ismini saygıyla ve takdirle yâd etmek istediğim 57. Alay, düşmana ateş etmeye gerek görmeksizin süngüsünü taktı ve düşman cephesine girdi. Bunun sonucu olarak çok derin ve sağlam savunma mevzilerine sahip olan Tınaztepe geceleyin tamamen baştan elimize geçti.
26 Ağustos akşamına kadar bu cephe üzerinde cereyan eden olaylar bundan ibarettir. Yani Akarçay’dan Tınaztepe’ye kadar uzayan mevziler üzerinde Kaleciksivrisi, Belentepe ve Tınaztepe elimize geçmişti.
Oradan sonraki mevzilere kuvvetlerimiz [henüz] dâhil olamamışlardı. Bunun batısında faaliyet icra edecek olan süvari kolordumuz, bildiğiniz gibi Afyon’un batısındaki Çayhisar’a kadar geldi. Daha ileriye çok kuvvet geçirilmesine henüz zaman pek elvermiyordu. Fakat süvari birliklerimizin burada görünmesi derhâl düşmanın dikkatini çekmiş ve düşman buna karşı Ayvalı-Karka hattının kuzeyinden güneye doğru, batıya yönelik bir cephe almağa mecbur olmuştur. Harita üzerinde vaziyet değerlendirildiği zaman kolaylıkla görülecektir ki, bu durum, düşman kuşatmasının başlangıcıdır. [Böylece] Düşman, doğuya ve güneye yöneldiği gibi İzmir’e karşı, batıda da bir cephe almağa mecbur edilmişti. Bu vaziyetle düşman kendi kendini bir kale içerisine koymuştu.
Diğer cephelerde, Afyon’un doğusundaki düşman mevzilerine de kuvvetlerimiz taarruz etmiş ve orada bulunan düşman kuvvetlerinin, güneye gelip oradaki düşman kuvvetlerine yardım etmelerini engellemeyi başarmıştır. Onun daha kuzeyinde düşman için fevkâlâde öneme sahip olan Kazuçuran adında kuvvetli bir savunma mevzii vardı. Oraya bizim bir tümenimiz taarruz ederek ele geçirmiştir. Fakat düşman bu noktaya çok önem verdiğinden birliklerini tekrar takviye ederek karşı taarruz yapmış ve bizim tümeni oradan püskürtmüştür. Fakat aynı tümenimiz tekrar şiddetle taarruz ederek aynı mevzii tekrar zapt etmiştir. Bunun daha kuzeyinde hareket eden bir süvari tümenimiz mevcut olup bu da Döğer genel istikâmetinde ilerlemiş, her önüne gelen düşman birliklerine taarruz etmiş ve bu sayede Döğer civarında bulunan üç tümen ihtiyat kuvveti yerinden kıpırdayamamıştır. Bunun daha kuzeyinde Seyitgazi’ye yakın Hüsrevpaşa mıntıkası vardır. O mıntıkada bulunan düşman kuvvetlerine taarruz eden birliklerimiz ile Eskişehir doğu cephesine taarruz eden birliklerimiz düşmanın üç tümenini tespite muvaffak olmuştur. Bu kuvvetlerimiz oradaki düşmana nazaran dörtte bir nispetindeydi.
Kocaeli Grubunda da taarruz başlamıştı. Birliklerimiz verilen vazifeyi başarıyla ifâ ediyorlardı. Menderes havâlisindeki bütün birlikler de verilen vazifeyi başarıyla yapıyorlardı. Orada bir süvari tümenimiz Uşak’ın batısına kadar ilerleyerek düşman ulaşım hatlarını kat etmeye başlıyordu. 26 Ağustos akşamı vaziyet bu idi. Eğer incelenecek olursa bu netice memnuniyet vericiydi ve Başkumandanlıkça da memnuniyet verici olarak görüldü… Çünkü kuzeyde ve Menderes’te düşman kuvvetlerini, tam düşündüğümüz gibi bulunduğu yerlerde tespit ettik ve sonra Afyonkarahisar batısındaki çok müstahkem bir hattın da en önemli savunma mevzilerinden üç yer elimize geçti.
27 Ağustos için yapılacak yeni bir şey yoktu. Birlikler daha önce almış oldukları hedeflere bir an önce ulaşmak için, taaruzlarına devam edecekti. Nitekim öyle oldu. 27 Ağustos sabahı 1.310 rakımlı tepeye karşı doğrudan doğruya 4. Kolordu Kumandanı Kemalettin (Sami Gökçen) Bey’in [6] komutasında gayet başarılı bir taarruz yapıldı ve bunun sonucu 1.310 rakımlı Erkmentepe düşmandan alındı ve buradaki düşman mağlup ve perişan bir şekilde kuzeye ve kuzeybatıya doğru atıldı. Böylece Kaleciksivrisi’nden Tınaztepe’ye kadar olan iki kilometrelik bir gedik açılmış bulunuyordu. Düşman cephesi burada yarılmıştır. Bunun ardından, bu gedikten geçerek, düşmanı[n peşini] bırakmamak ve tekrar taarruz etmek üzere hareket edildi. Aynı zamanda diğer düşman mevzilerine karşı da yöneltilmiş olan taarruzlar yenilenmiş ve bu netice ile artık düşman tarafından, savunma hatlarının emniyetle muhafaza edilmemesi durumu meydana gelmiştir. Gerçi biraz sonra bir diğerinin ardından Tınaztepe’nin batısında bulunan mevziler de birer birer sükût etmeğe başlamış, Kaleciksivrisi cephesi de sükût etmiti. Gerek bu vaziyetten gerek Afyonkarahisar’ın doğusuna yöneltilen taarruzların etkisinden dolayı orada bulunan düşman tümenleri bile mevzilerini terk ederek, batıya ve kuzeybatıya doğru çekilmeye mecbur olmuşlardı. 27 Ağustos günü öğleden sonra saat beşte 8. Tümenimiz muzafferen Afyonkarahisarı’na girdi. Burada 20-22 kadar [düşmanın geride bıraktığı] muhtelif cins top [ganimet olarak] alınmıştır. [Afyon]Karahisar’da da belki, henüz kesin hesabı bitmemiş olan mühimmat, silah ve ağır malzeme ele geçirilmiştir. Ancak düşman, [Afyon]Karahisar’da ve ondan sonra her yerde yaptığı gibi, geri çekilirken şehri ateşe vermişti. Birliklerimizin hızla yetişmesi sayesinde yangının yayılmasına meydan verilmemiş ve yanmaya devam yerler de söndürülmüştür. O gün, düşman, önemli savunma mevzilerinden atılmış ve artık meydan muharebesine mecbur edilmişti.
27 Ağustos akşamı vaziyeti şöyle değerlendirdik: Düşmanın Eskişehir grubu (Tümgeneral Ptros Sumilas komutasındaki Yunan 2. Kolordusu) henüz yerinde olup Döğer’deki düşmanın ihtiyat tümenleri henüz tamamen kullanılmamıştı. Diğer cephedeki [Eskişehir bölgesindeki] düşmanın [bu kuvveti tamamen duruyordu. O hâlde Afyon bölgesinde mağlup ettiğimiz düşmanın (Tümgeneral Trikupis komutasındaki Yunan 1. Kolordusunun) kuvveti dört-beş tümenden ibaretti.
Bundan dolayı düşman tekrar sol cenahını Eskişehir’e dayamıştı. Onun güneyinde Döğer ve daha güneye ininiz; Resulbaba sırtları vardır. Oradan batıya gidiniz, burada Dumlupınar mevzileri var; daha sonra Toklusivrisi mevzileri vardır ki düşman bu hat üzerinde çekilen kuvvetleriyle tekrar savunma yapabilirdi. Zaten bu mevzilerde daha önce inşâ ve hazır edilmiş ve tel örgülerle takviye olunmuş hemen hemen Afyon doğusunda ve güneyindeki tahkimata benzer kuvvetli tahkimatı vardı. Bu nedenle düşman için en mâkul ve muhtemel olan hareket [tarzı] bu idi. Bundan dolayı, düşmanı bu mevzide de mağlup etmek için, güneyde bulunan 1. Ordu, düşmanı sol cenahından kuşatarak İzmir’e gitmesini engelleyecek şekilde taarruza devam edecekti. 2. Ordu, kuzeyden düşmanı kavrayarak, kuzeye, Kütahya üzerine gitmesine engel olacak şekilde taarruz edecekti. Artık ileriye geçmiş olan [5.] Süvari Kolordumuz da düşman kuvvetinin [Yunan 1. Kolordusunun – Yunan Afyon Grubunun] tamamen arkasında faaliyet icrâ edecekti. O gece düşündüklerimizi ertesi gün Allah’ın yardımıyla ve tamamen düşündüğümüz gibi noktası noktasına uygulamak nasip oldu.
1. Ordu birlikleri kuzeye hareketinde, düşmana birçok yerlerde karşılaştı ve her karşılaştığı yerde çok kanlı muharebeler gerçekleşti. Mesela: Balmahmut kuzeydoğusunda Köprülü vardır; bir tümenimiz, düşmanın orada bir tümenini yakalamıştı.........
© dibace.net
