menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kur’an’ı Yirmi Birinci Asra Taşımada Bir Yöntem Önerisi

9 1
11.04.2025

GİRİŞ

Kur’an bir yedinci asır bedevisinin kelamı değildir. O Allah’ın kelamıdır. Ki Allah bu kelamı insanlığa gönderirken bir gün on birinci asrı, yirmi birinci asrı ve yirmi beşinci asrı da yaratacağını ve her çağın kendine has hakikatleri keşfedeceğini de biliyordu. Bu sebeple Allah Kur’an’ın dilini tanzim ederken onu her çağın kendi hakikatleri zemininde yeniden yorumlayabileceği bir şekilde edebi sanatlarla donattı. İbrahim Suresinin deyimiyle Kur’an kökleri yerin derinliklerinde dalları semanın zirvelerinde öyle bir kitaptır ki her mevsimde ve her çağda ondan taze meyveler devşirmek mümkündür.

İbn-i Abbas, Zemahşeri, Razi, Maturidi, Taberi ve İbn-i Arabi gibi geleneğimizin otorite kabul ettiği Kur’an yorumcuları modernite öncesi tarihin hakikat dünyasından hareketle Kur’an’a yaklaştılar. Ve o çağın kısıtları zemininde Kur’an’ı anlamlandırdılar. Nihayetinde onların tefsirleri zemininde Endülüs, Abbasi, Horasan, Selçuklu ve Osmanlı gibi çağına ışık tutan medeniyetler yaratabildik. Bugün modern dünyanın Kur’an yorumcuları olarak bu otoritelerden öğrenebileceğimiz hala çok şey var. Onlar bu çağa da ışık tutabilen görüşlere sahiplerdir. Fakat bizim yaşadığımız modern çağ ile bu otoritelerin yaşadığı çağ birbirinden alabildiğine farklı. Her iki devrin ihtiyaç duyduğu Kur’an yorumları da birbirinden farklı. Bu sebeple geçmiş asırların otoritelerini Kuran tefsiri söz konusu olduğunda nihai merci olarak kabul edemeyiz. Kendi çağımızın gerçekleri zemininde yaşadığımız çağın ihtiyaç duyduğu Kur’an tefsirini biz kendimiz yapmak zorundayız.

İslam âlemi bir bilgi sistemi, bir hayat felsefesi ve bir toplum düzeni olarak Batı modernitesinin tokadını yediği on dokuzuncu asırdan beri bu çağa hitap edecek ve Batı modernitesini alt edecek Kuran yorumunu arıyor. Muhammed Abduh, Muhammed Esed, Bediüzzaman, Seyyid Kutup, Mevdudi, Fazlurrahman vd. bu çabanın mahsulleri. Bu çaba henüz kemale ermiş değil. Benim bu makalede yazdıklarım da bu çabanın olgunlaşması içindir.

GELENEKSEL TEFSİRİN YETERSİZLİKLERİ

Bir an için modern dönemde Kur’an tefsiri hususunda girdiğimiz çabanın anlamsız olduğunu ve İbn-i Abbas’ın, Zemahşeri’nin, Razi, Taberi ve İbn-i Arabi’nin tefsirlerinin Kur’an’ı anlamada yeterli olduğunu farz edelim. Bu cevap bizi doyurur muydu?

On birinci asrın hakikatleriyle yirmi birinci asrın hakikatlerinin dağlar kadar farklı olduğunu söylemiştim. Bu âlimler bundan on asır evvel insanlara doğru gelen bir yaşam felsefesini Kuran’dan türetmiş olabilirler. Fakat onları bu asırda da yeterli saymak aşağıda örneklerini vereceğim ağır problemleri doğuracaktır.

Geleneksel tefsiri yeterli gördüğümüzde müşrikleri bulduğumuz yerde öldürmemiz, hırsızın elini fiziksel olarak kesmemiz, köleliği meşru kabul etmemiz, erkeklerin istediği zaman dört kadınla evlenebileceğini savunmamız, erkeğin gerekirse karısını dövebileceğini kabul etmemiz, Yahudi ve Hıristiyanları ilelebet cehennemlik saymamız, Hıristiyan ve Yahudilerin İslam toplumunda ancak ikinci sınıf olarak yaşayabileceğini savunmamız, vd gerekir. Ahkam ayetlerinden geleneğimizce türetilmiş bu hükümler artık pek çok aklı selim İslam aliminin de kabul ettiği üzere İslam’ı içinde yaşadığımız küresel çağda savunulamaz hale getirir.

Geleneksel tefsiri Kuran yorumunda son söz kabul ettiğimiz zaman yaşadığımız ikinci sorun alanı eskatalojiyle ilgilidir. Yani cennet ve cehennemle… Geleneksel tefsire göre cennet pornografiktir ve bir erkeğe en az yüz adet bakire huri verilir. Cehennemse fiziksel işkence mekanıdır. Zira cehennemlikler kaynar su ve irin yemek gibi mide bulandırıcı cezalara çarptırılırlar. Ve kişi hangi büyük günahı işlerse işlesin kelime-i şehadet getiriyorsa eninde sonunda cennete girer. Ve kişi kelime-i şehadet getirmiyorsa dünyanın en erdemli insanı da olsa ilelebet cehennemde kalır. Böylesi bir cennet ve cehennem tasarımı modern insanın kabul edemeyeceği ve mide bulandırıcı bulduğu bir tasarımdır.

Geleneksel tefsiri yeterli gördüğümüzde üçüncü bir sorun alanı da bizleri modernite karşısında aciz bırakır: tarih tasarımı. Kuran göre tarih şu şekilde işler: Bir kavim Allah’a ortaklar koşar. Sonra bir peygamber gelir. Doğaüstü mucizeler gösterir. Ve o kavimden putları bırakıp tek Allah’a tapmasını ister. Kavim bu çağrıyı kabul etmez. Ve sonuçta deprem, yıldırım veya tufan gibi doğal bir yolla helak edilir. Oysa Sümerlerden beridir yedi bin yıllık insanlık tarihinde tarih burada söylendiği gibi akmaz. Haliyle Kur’an’ın tarih yorumu ve modern tarih bilimi arasındaki çelişki, aklını vahye üstün tutan bir insan için vahyin reddedilmesi sonucunu doğurur.

Geleneksel tefsiri yeterli gördüğümüzde önümüzde dördüncü bir sorun alanı daha açılır: insan antropolojisi. Geleneksel tefsire göre Adem ve Havva bir uzay aracıyla cennetten yeryüzüne indirilmiştir. Oysa arkasında aklı ve doğa biliminin desteği olan evrim kuramına göre insan doğal yollarla hayvandan ve maymundan evrilerek ortaya çıkmış bir varlıktır. Akıl ve Vahiy bu konuda çatıştığında, modern insan, aklı ve bilimi daha saygın otoriteler olarak kabul eder. Ve vahiyden uzaklaşır.

Geleneksel tefsiri yeterli gördüğümüzde bizleri rahatsız eden son mesele ise insan yaşamının nihai hedefiyle ilgilidir. Geleneksel tefsire göre insan kulluk etsin diye yeryüzüne gönderilmiştir. Yani insan hiç ama hiç sorgulamadan Allah’ın emirlerini hayata dökmekle mükelleftir. Ve bu tefsire göre, inanın nihai amacı cihad olmalıdır. Yani insan için nihai hedef kafirleri öldürmek için ve kiliseleri cami yapmak için yaşamak olmalıdır. Kulluk ve cihadın böylece anlaşılması Kur’an’ı çağımız aklı ve vicdanıyla çatışma içine sokar ve aklın egemen olduğu çağımızda sağduyulu bir birey Kuran’dan uzaklaşır.

Geleneksel tefsirimizin Endülüs, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı barışını yarattığı dönemlerde aklın ve vicdanın geldiği yer ile aklın ve vicdanın bugün geldiği yer arasında dağlar kadar fark kadar. Geleneğimizin tefsiri eski dönemlerde burada bahsettiğim kusurlarla tezahür etmiyordu, Geleneksel tefsirimiz eski dönemlerde çok kültürlü, adil bir barış ve mutlu bir toplum yaratabiliyordu. Ve o çağın Kur’an tefsiri o çağın doğa ve tarih bilimleriyle barışıktı. Fakat modern bir dünyada yaşadığımız bugün, geleneğimiz çoktan meyvelerini vermiş, bu meyveler çürümüş ve elimizde Kuran tefsiri namına modern insan için hayli rahatsız edici bu sonuçlar kalmıştır. Bu durumun sonucu ya kitlesel dinden uzaklaşma ya da modern uygarlığı tümden reddeden ve İslam namına kabul edilemez bir şiddeti uygulayan IŞİD gibi oluşumlardır.

TARİHSELCİLİK: BAŞARILARI VE ÇIKMAZLARI

Geleneksel tefsirin bu yetersizliklerine alternatif olarak Fazlurrahman Kuran’ı yorumlamada yeni bir yöntem önerdi: tarihselcilik. Tarihselci görüş bizlere Kuran’ın lafzında takılıp kalmamayı, onun çağlarüstü gayesine odaklanmayı öğretti. Önemli olan Kuran’ın getirdiği ve yedinci asır dışında bir geçerliliği olmayan kurallar değildi; birer Kuran müfessiri olarak bizler bu yerel kuralların arkasındaki evrensel ve çağlarüstü gayelere ve ahlaki değerlere odaklanmalıydık.

Nihayetinde Fazlurrahman tarihselciliği vesileliğiyle bizler Hazret-i Muhammed’i yedinci asırda toplumuna isyana zorlayan bireysel ve kamusal ahlaki ıstırapların özünde neler olabildiğini olabildik. Ve İslam’ı yeniden evrensel ve çağlarüstü bir ahlak manifestosu olarak formüle etmeyi becerebildik. Yine tarihselcilik yoluyla bizler Kur’an’ın derdinin bir kadın-erkek eşitliği yaratmak olduğunu ve Kur’an’ın dinler arası bir barış yaratmaya çabaladığını öğrendik. Yine tarihselcilik yoluyla bizler demokratik bir siyaset tasarlamayı becerebildik. Ve çağımızda aklın ve felsefenin geldiği yer ile Vahiy arasında bir diyalog ve yoldaşlık ilişkisi kurmayı becerebildik.

Fazlurrahman tarihselciliğinin başarılarıyla ilgili çok şey söylenebilir. Fakat bu tarihseciliğin yapısal bir zaafı, nihayetinde Mustafa Öztürk gibi tarihselcileri, Kur’an’ın Allah kelamı değil de Hazret-i Muhammed’in sözleri olduğunu söylemeye götürdü. Tarihselcilere göre Kuran’a anlam verilirken onun estetik mucizeliği ve sanatsal yapısı mülahazadan tamamen hariç tutulur. Ve Kuran tamamen zahirine göre anlamlandırılır. Bu zahir de bizim bugün bu zahirden anladığımız şey değil,........

© dibace.net