menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İslamcılık Nasıl Yok Edilir?

12 0
27.04.2025

‘Sök at fazlalıkları,
düzleştir eğrilikleri,
arındırmaya çalış karanlıkları
ve aydınlık yap onları.
Kendi heykelini
yontmayı hiç bırakma.
Ta ki sende,
erdemin tanrısal görkemi
parıldayıp yayılsın’
Plotinos- [Enneades, I, 6: 9]

1204’de son haçlı seferi için yola çıkan ordu, İstanbul’a(Konstantinpolis’e) gelir. Katolik Latinlerden oluşan ordu, dinlenmek için uğradığı Bizans’ın ihtişamı ve servetini görünce Kudüs’ten vazgeçip, İstanbul’a yerleşir. Kendilerini misafir eden imparatoru devirip ülkeye el koyar. Ortodoks mezhebini sapkın ilan edip, kiliseleri yağmalayıp papazları öldürür, rahibelere Ayasofya’da bile tecavüz ederler. Atadıkları yeni kardinalle Katolikliği resmi mezhep ilan ederler, Ortodoks kıyafetlerini yasaklayıp Latin serpuşunu mecbur ederler. Rumcayı resmi dil olmaktan çıkartıp Latinceyi resmi dil yaparlar. Bin bir çeşit yağma, çapul, cinayet, tecavüz sonunda 1260’lara kadar Bizans, Latin devleti olarak kalır. Bu dönem boyunca Bizans soylularının bir kısmı Latinleşir. Ve haçlılardan daha haçlı olarak kendi mezhepdaşlarına karşı en şedit zulümlerin, aşağılamaların başını çekerler. İskoçya’dan, İngiltere’den, Fransa’dan, Almanya’dan, İtalya’dan gelen barbar sürülerine rahmet okutacak derecede fanatik Katolik olan bu unsurlara halkın bir kısmı da katılır. İznik’e kaçan meşru imparator ise, Bitinya’da yurtlanmış Osman Bey’i keşfederek anlaşma yapar ve ‘Latin serpuşu görmektense, Osmanlı sarığı görmek isteyen’ yerli Ortodoks Rumlar, Osmanlı Beyliği saflarında Latin tekfurlarıyla milli mücadeleye girişir. Zamanla çoğu Müslüman olan bu nüfus, 1260’larda kaçıp giden Latin haçlıların yerine parça parça İstanbul’a geri döner. Sonrası, meşru Doğu Roma İmparatoruyla Orhan Bey ve ardıllarının işbirliği içinde Marmara bölgesi ve sonra Balkanlarda Latin kalıntılarının temizlenmesi ile devam eder. Bizim tarihimize gazavât ve fetih olarak geçen bu dönem, Rum tarihçiler için de Roma’nın adım adım Müslümanlaşmasını sağlayan sürecin olağan gelişimi olarak kayda geçmiştir.

1054 yılında Schizma denilen kiliselerin ayrışması sonrası Ortodoksluk ve Katoliklik artık iki farklı din haline gelmiş, Doğu ve Batı Roma’nın 4.yy da ayrışmasını kesinleştiren bu dinsel kopuş sonrası artık bu iki Roma iç savaşına tutuşmuştu. Batı Roma, Osmanlı’yı da işte bu jeopolitik bağlamda Doğu Roma’nın devamı olarak batı Roma’yı yıkmaya gelen yeni askeri güç olarak görmüş, Ortodoks Hristiyanlıkla Osmanlı Müslümanlığını neredeyse aynı din olarak kodlamıştı. Bu nedenle Niğbolu, Kosova, Varna, hatta Belgrad’ın fethi bile Latin işbirlikçisi haçlılara karşı Ortodoks Rumların da Osmanlı saflarında yer aldığı savaşlar olarak tarihe geçmişti. (Timur istilasına karşı da Osmanlı ordusunda da Sırp, Bulgar, Rum askerler aynı nedenle yer almıştı)

Bu haçlı işgali döneminde Latin Katoliklerin Ortodoks Rumları aşağılamasına karşı bir papazın şu sözleri tarihe geçmiştir:

Latinlerle aramızda geniş bir uçurum vardır. Bizler birbirinden ayrı kutuplarız. Ortak hiçbir düşüncemiz yoktur. Onlar, kibirli, kendilerini üstün görme hastalığına tutulmuş, bizim davranışlarımızın sadeliğini ve alçakgönüllülüğünü alaya almaktan hoşlanan kişilerdir. Ama biz, onların kibrini ve küstahlığını, onların burnunu havada tutan sümük akıntısı gibi görürüz…” (Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453) Donald M. Nicol, Tarih Vakfı Yurt Yay.)

Tarih boyunca galiplere benzemeye çalışan, onlarla kendi soydaşlarına, dindaşlarına karşı işbirliği yapıp, onlara kendini ispatlamak için fazladan gavurlaşan sümüklü unsurlar hep var olmuştur. 1. Dünya savaşı sonrası Batılılaşan ve gönüllü bir şekilde self kolonizasyon ajanlığına soyunan yerli batıcıların 1204’te başarılamayan bu kültürel-dini işgali, 1920-30’larda kaldığı yerden devam ettirdiği, yani Latinizasyonu Türkleşme kılıfıyla topluma ve devlete giydirdiği yıllarda da aynı hikâye tekrar etmiştir.

Türk kavramını, İslam ve Osmanlı kimliğini kullanmamak ve gayrimüslim köklerini gizlemek için seçip kirleterek kullanan bu yerli gavurlar da aynı haçlılar gibi kendi toplumlarına, dinlerine, dillerine, kılık kıyafetlerine, alfabelerine, takvimlerine düşman olup, hep tiksintiyle bakmış, aşağılamış, hakaretler etmiş ve gavura benzetmek için gasbettikleri devletin dipçiği ve zulümleri yanında, peydahladıkları diğer gavurlarla birlikte okulda, sokakta, işyerlerinde, çarşıda pazarda bile sürekli sümük akıntılarını bulaştırmaya çalışmışlardır.

Galiplerle işbirliği ve sonra da onlara şehvetli ajanlaşmanın ikinci örneği, Endülüs’ün işgali ve soykırımı sonrasında özellikle Yahudiler örneğinde yaşanmıştı.

Endülüs katliamı sonrası Yahudiler, ‘Müslümanlar ve İslam yüzünden başımıza bu felaket geldi’ sonucu çıkardılar. Çoğu galiplerin safına geçip Hristiyan oldu. Bazısı ateist oldu Yahudiliği de bıraktı. Kaçtıkları ülkelerde dinlere düşmanlığın başını çektiler. Endülüslü Yahudi alim Maimonides/Musa bin Meymun (2. Musa olarak tanımlanır), Yahudilere can karşılığı dinlerini satmanın fetvasını vermişti.

‘Maimonides, dinden dönme konusundaki bir soruya cevaben, kişinin hayatı tehdit altında olduğunda ‘görünüşte’ din değiştirmeye hoşgörüyle yaklaşılması gerektiğini savunmuş, hatta mecbur olmadığı halde ölüme boyun eğenlerin idamlık bir suç işlediğine hükmetmişti’. (Maimonides- Akla inanç, Alberto Manguel, Yapı Kredi Yay.)

Ne var ki, Yahudiler Avrupa’da tutunmak için dinlerini satmakla kalmamış, zamanla en fanatik Hristiyan veya en azılı din düşmanı olmuşlardı. Yahudiliği ve Hristiyanlığı eleştiren en sert metinler de bütün Ehli Kitaba dönük en kıyıcı düşmanlıklar da Yahudi kökenlilerden gelmişti. 18. yy.’dan sonra gelişen Materyalizm, Pozitivizm, Komünizm gibi heretik ideolojiler, son tahlilde zorla Hristiyan yapılmış pagan kökenlilerin yanında söz konusu Yahudilerin rövanş güdüsünün eseriydi. Ortaçağ Avrupa’sında zorla din değiştirmeye ve kilisenin zulümlerine normal tepki veremeyenlerin torunları, intikamlarını böyle almıştı.

Osmanlı’nın yıkılışı sonrası Selanik Yahudileri de aynı sonucu çıkarmış ve İslam yüzünden Osmanlı’nın geri kalıp yıkıldığını savunmuşlardı. Millî Mücadelede İttihatçıların Anadolu’da örgütlemesiyle Müslüman halkın kurduğu Cumhuriyeti çeşitli entrika ve suikastlarla ele geçirince Osmanlı’yı yıkan işgalcileri değil, İslam’ı suçlayarak bu sefer Arap ve İslam düşmanlığı yaptılar. Bugün de bu tutumlarını devam ettiriyorlar. Çünkü Osmanlı’ya sığındıktan bir süre sonra nankörlük edince tehditle Müslüman görünmüş olan Sabetay Sevi’nin izinde çift dinli, çift kimlikli bir karakter edinmişlerdi. ‘Müslümanım’ dememek için ‘Türküm’ demeyi şiar edinmiş, bu takıyye kimlikle gasp ettikleri Cumhuriyetin imkanlarını takıyyeci ‘Türk’ kimliğini asıl Türklere ve diğer Müslüman halka dayatmaya hasretmişlerdi.

20.yy. boyunca işte bu ajandalarıyla, doğal/sahici Müslüman Türk kimliğinin içini, ‘ne mutlu Türküm diyene’ maskesiyle boşaltıp Müslüman halkı gavura benzetmeye çalışmışlardı.

Diğer yandan, 1. Dünya savaşı öncesindeki suçlarını asla kabul etmeyen taşra Ermeniliğinin bakiyelerini ve Dersim katliamıyla devşirip kapıya bağladıkları bazı Alevî unsurları da Kamalistleştirip suçlu gördükleri İslam düşmanlığında birleştirerek yanlarına çekip, toplumu İslamsızlaştırmaya uğraşmışlardı.

Benzer bir operasyonu aynı sopa-havuç taktikleriyle Kürtlere de uygulayıp, Kürtlüğü İslam’dan arındırarak kavmiyetçi-seküler bir kimliği özendiren kirli savaşı daima körüklediler. (Bütün bu devşirme gavurların Kürt sorunu kod adlı kirli savaşın bitişi karşısında Siyonizm’le senkron bir şekilde panikleyip aynı cephede toplanarak bozmaya çalışması tesadüf değildir.)

Sonuçta, Endülüs sonrası Avrupa’ya kaçan soydaşları gibi, Osmanlı Yahudileri de kendi güvenlikleri için dinlerini satmakla kalmayıp, Batıya şirin görünme adına, İslam kimliğine düşmanlığı Batıya rüşvet olarak sunmuşlardır. Çağdaşçılık-Laikçilik-Türk/Kürt/Arap Milliyetçiliği-Kamalizm, esasen Batıya sunulan, galip ve güçlülere yaltaklanan bu rüşvetin adıdır. Bertrand Russell’in dediği gibi; “İdealizm olarak algılanan çoğu şey, kılık değiştirmiş nefret ya da kılık değiştirmiş güç........

© dibace.net