NASİHAT VE MÜSİBET...
İnsan, yaratılışı gereği hem öğrenen hem de unutan bir varlıktır. Kimi zaman sözle ikaz edilen, uyarılan, yön gösterilen bir kişi; kalben nasihatı anlayamaz, duymazlıktan ve görmezden gelir. Lakin hayatın tokadı, yani bir müsibet, o kişinin idrak kapılarını açar. Zira nasihat kulağa hitap ederken, müsibet doğrudan kalbe, ruha ve yaşama dokunur. Bu nedenle denmiştir ki; “Nasihatın öğretemediğini, müsibet öğretir.”
Kur’an, birçok ayetinde peygamberlerin halklarına yaptığı nasihatlerden bahseder. Hz. Nuh’un 950 yıllık tebliği, Hz. Hud’un, Hz. Salih’in, Hz. Şuayb’ın kavimlerine yaptığı çağrılar, hep “nasihat” merkezlidir. Onlar, “Sizin için en hayırlısı budur” diyerek anlattılar ve sabırla, ümit ederek yollarına devam ettiler. Kur’an’da Hz. Nuh’un şu sözü dikkat çeker; “Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve sizin için öğüt veriyorum.” (A’râf, 62) Ancak kavimler, ne kadar çok uyarıldıysa da, alaya aldılar, görmezden geldiler, kendilerini dokunulmaz sandılar. Ama müsibet gelince yok oldular. Bazı kavimleri tufan, bazılarını yıldırım, bazılarını da yerin........
© Denge
